23 Haziran 2021
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu 23 Haziran 2021 tarihinde toplandı. Meclisteki dört partinin milletvekillerinden oluşan, üniversiteler ve çeşitli kamu kuruluşlarından temsilcilerin katıldığı komisyon toplantılarının bu tarihteki toplantısında sivil toplum kuruluşları ile istişare yapıldı. Toplantıya derneğimizi temsilen katılan Songül Ertem bir konuşma yaptı:
“İstanbul Maltepe’de yaşayan öğretim görevlisi Dr. Aylin Sözer, eski erkek arkadaşı olduğu iddia edilen Kemal Delbe isimli erkek tarafından boğazı kesilerek ve yakılarak öldürüldü.”
“Malatya’da yaşayan Selda Taş, evli olduğu ve çok sayıda sabıka kaydı bulunduğu öğrenilen Mehmet Taş isimli erkek tarafından tabancayla başından vurularak öldürüldü.”
“Gaziantep’te yaşayan Vesile Dönmez, şizofreni hastası olduğu iddia edilen Uğur Dönmez tarafından pompalı tüfekle başından vurularak öldürüldü.”
Bu cinayetlerin hepsi sadece 24 saat içerisinde, ülkenin farklı yerlerinde işlendi.
Ülkemizde kadın hakları ve kadın-erkek fırsat eşitliği alanında son yıllarda çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Fakat bununla beraber toplumsal cinsiyet kodları halen çoğunlukla kadın aleyhine işlemektedir. Kadının kültürel kodlardan ve toplumsal yapılardan gelen dezavantajını sübvanse etmek için pozitif ayrımcılık yapmak ve kadın lehine tedbirler almak anlamlı ve gereklidir. Adalet ancak bu şekilde tesis edilebilmektedir.
İçişleri Bakanlığı 2017’de 353, 2018’de 279, 2019’da 336 ve 2020’de ise 266 kadın cinayeti işlendiğini bildirmiştir. Verilere göre katillerden %63.5’i eş, %32’si ise erkek akrabalardır.
Hal böyle iken devletlere kadına karşı şiddeti önleme, şiddet kurbanlarını koruma, failleri kovuşturmave şiddeti önleyici tedbirleri alacak iyileştirmeler yapma sorumluluğunu yükleyen İstanbul Sözleşmesi’nden de çekilmiş olmamız izahı zor bir durumdur. Sözleşmeden çekilmenin sağladığı psikolojik üstünlüğün canilerde nasıl bir pozitif etki yaratabileceği de açıktır.
Bilindiği üzere İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması için mücadele edenler, sözleşmenin aile yapımızı hedef aldığını iddia etmekteydiler. Sesi çok yüksek çıkan bu küçük grup şimdi de 6284 sayılı kanunu, Türk Medeni Kanunu’nu, Cedaw ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi demokrasilerde olmazsa olmaz, en temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan sözleşmeleri ve kanunları hedef almaktalar. Bu gruplar kendi anlayışları ve erkeklik kodları adınaülkedeki tüm kadınların hayatını hiçe saymaktadırlar. Siyasal erk bu gruplara prim vermemelidir.
Söz konusu grupların bir sonraki hedefi olan 6284 sayılı kanun bireyi şiddetten koruma, önleyici tedbir alma ve ilgili mekanizmaları devreye sokma açısından oldukça önemlidir.Kanunun “Aileyi Koruma Kanunu” olarak isimlendirilmiş olması dikkatleri aile konusuna odaklamaktadır. Ancak yasa aileyi değil, öncelikle bireyleri koruyan bir yasadır. Sağlıksız bir ortamdaki kişileri koruma misyonu taşıması bakımından aile mefhumuna olumlu katkı sunmaktadır. Eğer 6284 no’ lu yasa somut olarak aileyi koruma gayesi gütseydi yasadan ailenin rehabilitasyonu ile ilgili daha çok madde ve ilgili yönetmelik beklenirdi. Bu yönüyle yasanın yetersiz olduğu söylenebilir.
Hazar Derneği olarak başlıca önerilerimiz şu şekildedir;
(Öneriler)
- 6284 sayılı kanunun neye hizmet ettiği henüz vatandaşlar, yargı mensupları ve ilgili kamu görevlileri tarafından tam olarak kavranabilmiş değildir. Yasanın adı “Aileyi Koruma Kanunu” olarak geçmektedir.Ancak realitede sağlıksız aileye müdahale edecek şekilde işlev görmektedir. Bu durumda ya yasanın adı değişmeli ya da adına uygun şekilde genişletilmelidir.
İstanbul Sözleşmesi’ndeki tavsiye maddesi hesaba katıldığında yasanın temelde kadını şiddetten koruma maksadıyla yapıldığını söyleyebiliriz. Amacı bireye yönelik şiddetin önlenmesi olarak belirlenmiştir. Eğer yasa, aile mefhumunun korunmasına yönelik olsaydı şiddet mağduru ve faili bireylerin rehabilitasyonu için detaylı bir yönetmelik çıkarılmalıydı. Böylece yasaya dair oluşan kafa karışıklığı da giderilmiş olacaktır. Bu noktada “Aileyi yıkan yasalar” olarak bilinen yasaların odak noktasının aile değil, aileyi oluşturan bireylerin can güvenliği olduğunun altı çizilmelidir. Şiddet ortamında hiçbir bireyin ve dolayısıyla ailenin sağlığından söz edilemeyeceği ortaya konmalıdır.
- Yasanın “Aileyi Koruma Kanunu” olarak nitelendirilebilmesi için daha çok koruyucu ve önleyici tedbirler içermesi gerektiğini ifade etmiştik. Uygulama yönetmeliği madde 9 genişletilmeli, aile kavramı bu maddenin içine konulmalıdır. Rehabilitasyon süreci baştan sona düzenlenmelidir. Şiddetin olduğu bir ortamda bireylerin ruh ve zihin sağlıklarının bozulmuş olduğu mutlak gerçeğinden yola çıkarak asgari uzman desteği şart koşulmalıdır.Çocuk koruma kanunu her zaman bu yasayla birlikte devreye girmeli, çocuğun olduğu ortamlarda çocuk ihmali araştırması yapılmalıdır. Mağdur ve çocuklar korumaya alınırken rehabilitasyon süreci oldukça önem arz etmektedir. Ülkemizde rehabilitasyon süreçlerini kurmak, sağlıklı işlerliliğini sağlamak gerekmektedir. Fail ceza alsa dahi rehabilitasyon süreci her iki taraf için de yapılandırılmalıdır. Koruyucu ve önleyici psikolojik rehberlik hizmetlerinin yaygınlaştırılması şiddetin aileyi parçalamasına karşı alınabilecek en önemli tedbirdir. Bu noktada kamu-stk-özel sektör iş birliği oldukça önemlidir.
- Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye karar verildikten sonra çıkan kadın cinayetlerinin azaldığı yönündeki algı düzeltilmeli, erkeklerin sözleşmeden çekilme sonrası az ceza alacaklarını düşünmelerinin önüne geçilmelidir.
- Görülen davalarda koruma kararı alınması halinde Aileve Sosyal Hizmetler Bakanlığıçalışanlarıtarafındandurumtespitiiçinmağdura ulaşılması ve vakanıntakibininiyiyapılmasıgerekmektedir.Hakim,avukat,kollukkuvvetleri,mülkiamirler, sosyal çalışmacılar, stk’lar çıkan koruma kararından sonra mağdurların insan onuruna yaraşır şekilde yaşamalarını güvenceye almalı, aralarında iş bölümü yapmalılardır. Bunun için işlevsel sistemler geliştirilmelidir.
- Maalesef koruma tedbiri ve uzaklaştırma kararlarının adli makamlarda işleyişinin olaylara göre değişmesi gerekirken, kopyala yapıştır metinlerle kararlar alınmaktadır. Dolayısıyla mahkeme kararları ihtiyaca hizmet etmemektedir. Mahkeme, aile bireylerini ya da tarafları görmeden tedbir kararını otomatik bir şekilde almaktadır. Tarafımızca tavsiye edilen; acil olarak koruma tedbiri ve uzaklaştırma kararı çıkarıldıktan sonra belirli bir süre içerisinde tarafların ya da kadın, erkek ve çocukların farklı zamanlarda sosyal çalışmacı ya da uzman psikolog ve avukatlar eşliğinde dinlenmesi, sıkıntılarının tespitinin ortaya konulması, koruma kararı aldırılmasının temelinde yatan sıkıntıların tespit edilmesidir. Gerek görüldüğünde ivedilikle heyet ve kurulların uzmanlığı devreye sokulmalıdır. Bu uygulama olası yasa istismarının da önüne geçecektir. Bugün uygulamada olan ise tarafları görmeden değişik iş dosyası altında otomatik bir koruma kararının alınmasıdır. Daha sonrasında belirli durumlar karşısında bu kararın uzatılması sadece olasıdır. Koruma kararını uzatmak için tehlikenin devam ettiğini gösteren emarelerin varlığı gerekmekte, önceki koruma kararının alınmasına sebep olan hususların devam ediyor denmesi koruma kararını uzatmakta yeterli olmamakta ve uygulamada uzatma kararının bu şekilde alınması bazı mağduriyetler ortaya çıkarmaktadır.Bu da kişilerin yaşam güvenliği açısından risk oluşturmaktadır. Ayrıca ilk koruma kararı çıkarıldığında ve devamında, koruma kararı alıp dosyanın kenara konması yerine, failin vemağdurun detaylı analizinin yapılması hem bireylerin yaşam hakkının müdafaa edilmesinde büyük rol oynayacak hem de istismarın önüne geçecektir. Bu durum alınacak tedbirlerin belki de daha kolay alınmasına ve yaşanan kayıpların azalmasına yardımcı olacaktır.
- Görülen davalarda evden uzaklaştırma kararları neticesinde beklenen faydanın hasıl olup olmadığına dair bulguların bilimsel olarak incelenmesi ve açık kaynaklardan yayınlanması gerekmektedir.
- Davalarda iyi hal indirimi uygulamasının kaldırılması gerekmektedir.
- Nafaka konusu da maalesef şiddeti artıran başka bir etken olmaktadır. Davalarda nafaka tayininden sonra devlet nafakanın garantörlüğünü yapmalıdır. Nafaka alacaklısı karara bağlanmış nafakayı devletten almalı, nafaka yükümlüsü ödemeyi devlete yapmalıdır. Böylece nafaka alacaklısı kesintiye uğramadan nafakasını alabilecek; borç ilişkisi devletle nafaka yükümlüsü arasında olacaktır. Bu uygulama boşananlar arasında nafakadan kaynaklıçatışmayı engelleyeceği gibi taraflar arasındaki bağları da asgariye indirecektir. Ayrıca devletödeme yaptığı ve de tahsilatta bulunduğu tarafın ekonomik araştırmasını daha iyi takipedecektir. Bu da kayıt dışılığı önlemede etkin olacaktır.
- Uzun süren boşanmalar tarafları mağdur etmekte, çirkin ve telafisi mümkün olmayan gelişmelere kapı aralamakta ve şiddeti artırmaktadır. Sağlıklı, hakkaniyetli ve şiddete yol açmayan bir boşanma süreci için davalara süre sınırı getirilmelidir.
- Çekişmeli boşanma davalarında, öncelikle boşanma gerçekleştirilmeli, malların paylaşımı gibi konular boşanma davası sonrası borçlar hukukuna uygun olarak yapılmalıdır.
- 6284 Sayılı Kanunun Uygulanmasına yönelik yönetmeliğin36. Maddesinde bahsi geçen “çocuk ve kadının insan hakları ile kadın -erkek eşitliği konusunda eğitim almış kolluk görevlileri” uygulaması maalesef yaygınlaşamamıştır. Bunun için hizmet içi eğitimlere devam edilmelidir.
- Yine yönetmelik madde 46’daki “Bakanlığın müdahil olması” şarta bağlanmalı ve daimi olmalıdır. Bakanlık ceza, hukuk ve değişik iş başlığı altında açılan tüm dosyalardan haberdar olmalı; mağdur ve diğer aile bireylerinin yanında olmalıdır. Aradaki iletişim hattı iyi kurulmalı, sadece cinayet ve tecavüz davalarına değil, bütün davalara bakanlık müdahil olmalıdır. Sosyal hizmetlerin takip sistemi ancak böyle geliştirilebilir.
- Türkiye genelinde sığınma evlerinin yetersizliği için çalışmalar yapılmalı ve ıslahı sağlanmalıdır. Kadını buralarda güçlendirmek ve topluma tekrar kazandırmak için çalışmalar yapılmalıdır.
- Şiddet konusu toplumda kadınların kendi aralarında konuştuğu ve mücadele ettiği bir konu olmaktan çıkarılmalı toplumun tamamına yayılmalıdır. Özellikle erkeklerin çoğunlukta olduğu STK’lar kadına şiddet konusunu gündemlerine almalı, seslerini yükseltmeli, şiddet uygulayan erkeklere toplumsal baskı artırılmalıdır.
- İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’na defalarca başvuruda bulunmasına rağmen yine de korunamamış kadınların varlığına, kolluk kuvvetlerinin kendilerine gelen şikayetleri yeterince dikkate almadığı hususuna önemle eğilmek gerekmektedir.
Şiddet Türkiye’ye has bir sorun değil, tüm dünyanın sorunudur. Ancak ülkeler arasında bu konuda oldukça mesafe kat etmiş olanların varlığını da biliyoruz. Yani şiddetle etkin mücadele ederek, zihniyet sorunlarını ciddiye alıp üzerine giderek çok daha iyi sonuçlar alabiliriz. Bizim için bir kadının hayatı bile çok kıymetli. Sayıyı ne kadar azaltabilirsek o kadar dünyayı kurtarabiliriz.
Şiddet öncelikle kadını etkiliyor ancak hemen ikinci sırada da etkilenen grup çocuklar. Çocukluk çağında yaşanan travmaların hayat boyu süren etkilerini hepimiz biliyoruz. Öyleyse şiddeti kadın bağlamında ele almak, sonuçlarını sınırlandırmaktır. Şiddet çocuklar vasıtasıyla geleceğimizi de esir alan olumsuz sonuçlar üretiyor. Geleceğimize sahip çıkmak istiyorsak önce kadını korumalıyız. Kadını korursak çocuklarımızı ve toplumu otomatik olarak korumuş oluruz.
Şiddet her ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, kime yönelirse yönelsin bir suçtur. Toplumda bu algıyı yaygınlaştırmak sorunun çözümü için elzemdir. Şiddet hiçbir sorunun çözümünde uygulanacak bir metot değildir. Şiddete bir bütün olarak karşı durmalıyız.Sadece kadına yönelik değil, toplumun her bireyine ve her türlü şiddete aynı kararlılıkla karşı durmazsak ve top yekûn bir seferberlik sağlayamazsak başarılı olma imkanımız olmayacaktır.
Sahanın bilgisiyle, karar alma mekanizmalarını bir araya getiren bu toplantı sorunun çözümünde atılacak adımlar için faydalı çıktılara vesile olacaktır.
Programı organize edenlere teşekkür ederim.