Osmanlı’da Kadın Hareketleri

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE KADIN HAREKETİ
-II-

Prof. Dr. Ömer ÇAHA / 23 Ekim 2010

Osmanlı’da kadın nasıl bir yere sahipti? Modernleşmeyle beraber ne oldu?

Cumhuriyet Türkiye’sindeki kadın politikalarını anlamak için, önce Osmanlı’yı anlamak lazım. 1600-1700’lerde kadının durumuyla ilgili maalesef elimizde çok çalışma yok. Yine de biz uzun zaman Osmanlı kadınına ‘Oryantalist’ bir gözle baktık. Bu oryantalist okuma biçimi bize, ‘Batı’da kadınlar özgürlüğünü elde etmişken, Osmanlı’da kadınlar harem hayatına mahkûm edilmiştir. Kadınlar ikinci plandadır.’ diyor. Böylece bize kafesler içinde bir kadın olgusu sunuluyor.

Aslında 16.-17.-18. yy. Osmanlı’sında kırsal bölgelerde ve kırsal kesimde kadın, ekonomi ile iç içedir. Sosyal hayatın içinde, dolayısıyla karar mekanizmalarının da içindedir. Osmanlı’da kent hayatında ise bir takım vakıflar kuran, kendi adına ticarethane açan, dükkânı, işletmesi olan kadınlar olduğunu görürsünüz. Mesela, o dönemlerde çok meşhur olan ‘Eyüp’teki “Kaymakçı Dükkânlarını” 1950’lere kadar, kadınlar işletmiştir. Kentlerde haremlik-selamlık olayı var ama büyük ölçüde bu, saray hayatı ile sınırlıdır. Çünkü saray yaşamında cariye, odalık, eş, flört, vs. gibi farklı kadın kategorileri vardır. Aslında harem uygulaması bize Bizans’tan geçmiştir. Biz de kendi formumuzu, rengimizi ilave ederek, kendimize özgü bir hale getirmişizdir.

  1. yy’ a kadar Osmanlı, dünya ekonomisinin merkezidir. 17.yy’dan itibaren de Avrupa’daki sanayi mamullerinin tüketildiği bir pazar haline geldi. Tarih boyunca Osmanlı nüfusunun %40’ a yakınını gayri Müslimler oluşturmuştur. Ve bunların Batı ile kültürel değer üzerinden bağlantıları devam etmektedir. İstanbul’daki varlıklı azınlıkların başta Paris ve Floransa olmak üzere Batı ürünlerine karşı olan talebi ve tüketimi İstanbul’a bir Batı Avrupa görünümü katıyordu. Azınlık kadınları kendi kıyafetlerinde serbest oldukları için buralardan gelen modayı takip ediyorlardı. Avrupa’nın özellikle de İngiltere sanayileşmesinin en önemli ayağı, tekstildir, burada üretilen kumaştır. Bu kumaşların bir anda Osmanlı pazarını domine ettiğini görüyoruz. Tekstille beraber, tekstilin yansıdığı yer kadın kıyafeti oluyor ve kadınlar rengârenk kıyafetlerle sokaklarda boy göstermeye başlıyorlar. Özellikle de gayri Müslim kadınlar için 17.yy’da bir padişah fermanı yayınlanıyor:

“İstanbul, Osmanlı ülkesinin yüzsuyudur. Ulema, sulaha, udeba beldesidir. Ahalisinin tabaka tabaka tespit edilmiş kıyafetleri vardır. Hal böyle iken bazı yaramaz avretler, halkı baştan çıkarmak kastiyle sokaklarda süslü püslü gezmeğe, libaslarında türlü türlü bidatler göstermeğe, kefere adetlerini taklit ederek serpuşlarında acayip şekiller yapmağa başlamışlardır. Bu garip kıyafetler yasaktır. Kadınlar bundan böyle büyük yakalı feracelerle sokağa çıkmayacak, başlarına üç değirmiden büyük yemeni sarmayacaklardır. Feracelerinde süs olarak bir parmaktan kalın şerit kullanılmayacaktır. Kadınlar sokaklarda veya mesirelerde yeni çıkma büyük yakalı feracelerle görülürlerse feracelerinin yakaları o anada alenen kesilecektir. Uslanmayıp ısrar edenler olursa, ikinci ve üçüncü seferinde yakalanıp İstanbul’dan taşraya sürgün edilecektir”.

Şimdi bu ve benzeri fermanlardan şunları çıkarabiliriz:

1.İstanbul ayrı bir konuma sahip. Herkesin rahatça yerleşip, yaşayabildiği bir yer değil.
2.Burada yaşayan her dine mensup grupların kendi kıyafetleri var. 3.İstanbul kutsal bir belde gibi telakki edilmiştir. Bütün uygarlıklarda da bu vardır. Buradaki yaşayış biçimine uygun olmayanların taşraya sürülmesi olgusunda, Osmanlı’nın taşraya bakışı da vardır. Taşra bir sürgün yeridir. Bu, Osmanlı’dan günümüze devreden bir anlayıştır. Fermandan çıkarılacak bir diğer şey, devletin kıyafete müdahale etmesidir. Tabi o tarihte farklı bir şekilde müdahale ediliyorken, bugün de tesettür olgusuna karşı farklı bir müdahale söz konusudur.

Kısaca bu dönemde, kadın tam anlamıyla sosyal hayatın dışında değildir ama bugünkü gibi bir kadın olgusu da söz konusu değildir. Bununla beraber güçlü, iyi eğitim almış, özellikle ailesinin statüsü güçlü olan kadınların imza attıkları çok önemli eserler var. Hem Ankara’da hem de İstanbul’da yapılan envanterlere göre, belli tarihler arasında yaptırılmış olan vakfiyelerin % 10-15’i bu kadınlara aittir.

  1. yy’ da Islahat Fermanı’yla, Osmanlı’da yeni bir süreç başlıyor. 1910’da gerçekleşen Sened-i İttifak’ın başlangıç noktasının temel nedeni, devletin bir sosyal grup ile sözleşme yapmış olmasıdır. Sened-i İttifak ayanlarla yapılmıştır: 3. Selim orduda, yeniçeri kurumunda çok köklü bir reform yapmak istiyor. Bunun üzerine Rusya’da olan Alemdar Mustafa Paşa, 30 bin askeriyle İstanbul üzerine hücum eder. 3. Selim öldürülür. Sonra Davut Paşa kışlasında devlet ve Alemdar Mustafa Paşa anlaşma yapar ve ayanlara bir takım ödünler verilir. Bu olay bizim modernleşmemizin mihenk taşıdır. Burada ilk defa devletin egemenlik hakkına bir sosyal grup ortak edilmiş ve tavizde bulunulmuştur.

Bunu daha sonra iktidara gelecek olan 2. Mahmut hazmedemediği için, hem yeniçerileri hem de ayanları köklü bir şekilde tasfiye eder. Bu anlamda atılan en önemli adım, Tanzimat Fermanı’dır. 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile biz aslında “Bundan sonra bizim referansımız Batılı değerlerdir.” demiş olduk. Böylece Müslümanlarla, gayrimüslimler arasında bir eşitlik temeli oluşturuluyor. Hemen arkasından 1859’da ilan edilen Islahat Fermanı, tümüyle gayrimüslimlerin haklarını ıslah etmeye yönelik bir fermandır. Osmanlı bir kaç sene sora Avrupa konseyine üye olmaya çalışmaktadır. Bu ferman, konseyin bir ön koşulu olarak telakki edilmiştir. Bu haklar gayrimüslimlere verildikten sonra Osmanlı 1859’da Avrupa konseyine üye olur.

  1. yy boyunca idari, siyasi ve yasal anlamda köklü reformlar yapılmış, çok önemli kanuni iktibaslar söz konusu olmuştur. Tanzimat’tan sonra, Osmanlı Döneminde yapılan iktibaslar, Cumhuriyet Döneminde yapılanlardan daha fazladır. Bunlardan biri, 1840’larda gerçekleşen Ceza Muhakemeleri Kanunu’dur. Bununla birlikte fiili olarak Nizamiye Mahkemeleri ve Şer’iye Mahkemeleri olarak çifte mahkeme dönemine geçiliyor.

Siyasi ve hukuki reformların patlama noktası, 1876’daki Kanuni Esasi’dir. Bununla anayasal sisteme geçilmiştir. Kanuni Esasi ile kız çocukları da çok önemli bir hakka kavuşur. 11 yaşına kadar kız çocukları zorunlu eğitime tabi tutulur. Tanzimat’tan hemen sonra 1842 senesinde, kadınlar kamusal alanda ilk defa örgün eğitim kurumlarında hemşirelik, ebelik eğitimleri almaya başlarlar. Ardından sanayi mektepleri kurulur ve sanayi eğitimleri verilir.

Osmanlı’da kamusal alanın gelişmeye sağlık alanında, eğitim kurumlarında ve fabrikalarda kadın emeğine ihtiyaç hissedilmeye başlanıyor. 1870’te İstanbul’da, Dar’ül Malumat’lar açılıyor. Abdülhamit’in en önemli açılımlarından biri olan bu eğitim kurumları, Osmanlı kadın hareketinin oluşmasında önemli rol oynuyor. Dar’ül Malumat’lar, kadın öğretmenlerin yetişmesi ve taşradaki kadınları eğitilmesi açısından önemlidir. Abdülhamit eğitimli kadınları Bosna’ya, Trablus’a, Diyarbakır’a göndererek Osmanlı kadınlarının eğitilmesini sağlamaya çalışmıştır. 1839’dan sonra aşağı yukarı on senede kadınlarla ilgili çok önemli reformlar yapılıyor. Bu reformların sonuncusu 1917 Aile Hukuku Kararnamesi’dir.

1913’te yapılan bir envantere göre; İngiliz Oriental Carpet şirketi bir tekstil firmasında Anadolu’da altmış bin tane kadın çalıştırıyor. 1907’de, Bursa’da yapılan bir çalışmaya göre de yüz atmış beş iplik fabrikasında yirmi bin kadın çalışıyor. Dolayısıyla 1800’leri devirip, 1900’lere geldiğimizde artık kadınların kamusal hayatta ve ekonomide çok yaygın bir şekilde yer aldığını görüyoruz. Mesela; köylerden, kasabalardan Hereke’ye geliyor kadınlar, burada kadın yatakhaneleri ve yurtları var. Bir hafta boyunca orada çalışıyor, hafta sonu izninde kasabasına, köyüne gidiyor. Dolayısıyla sanayileşme, Osmanlı kadınını sosyal hayata, kamusal hayata çeken önemli araçlardan biri olmuştur.

Sivil Kadın kitabımda kadınlarla ilgili üç liste yer almaktadır. Biri Osmanlı’dan günümüze kadar kadın konusuyla ilgili yapılmış düzenlemeler. Diğeri, seçme ve seçilme hakkının kadınlara veriliş tarihleri, üçüncüsü ise, 2008 yılı itibariyle Dünya Parlamentolarındaki kadın milletvekili oranı. Tüm bunlara baktığımızda Türkiye’nin çok dramatik bir noktada olduğunu göreceksiniz. Sanıyorum 136 tane sıralama var, Türkiye kadının parlamentodaki yeri itibariyle yüz yirmi sekizinci sırada. İstihdam açısından bakıldığında, 24 Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin ortalaması Türkiye’deki kadın istihdam oranından daha fazla. Son üç–dört sene içerisinde maalesef kadın istihdamı giderek azalmaktadır. Günümüzde kadınların üniversite düzeyinde eğitim oranı artıyor olmasına rağmen, istihdam oranın azalıyor olmasının en önemli nedenlerinden biri ‘Başörtüsü yasakları, diğeri kadın çalışmasına bizim kültürel yaklaşımımızdır. Kadının çalışma şartlarının zorluğu da bir başka faktördür.

Kadınlara Yönelik Yapılan Reformlar

1842; Tıbbiye Mektebi bünyesinde ebelik ya da hemşirelik eğitimi verilmesi. Bu Avrupa’daki bazı ülkelerden daha erkendir. Mesela Fransa’da 1857’dir.
1847; Kız ve erkek çocuklarına eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye Kanunu.
1856; Köle ve cariye alınıp satılması yasaklanıyor. Bu, Cenevre Anlaşması’nda köleliğin dünyaya yasaklanmasıyla beraber oluyor.
1858; Arazi Kanunnamesi. Burada kız ve erkek çocukları arasında eşit miras paylaşımı kabul ediliyor.
1858; Kız rüştiyeleri / ortaokulları açılıyor.
1869; Maarifi Umumiye Nizamnamesi, kız çocuklarına on bir yaşına kadar zorunlu eğitimi getiriyor.
1870; Darül Malumat / kız öğretmen okulları açılmaya başlanıyor.
1871; Mecelle. Mecelle medeni kanun arayışı sonucu ortaya çıkmıştır. İslam hukuku üzerinden bir kanuni reform yapılmak istenmiştir. Burada Aile Hukuku Kararnamesi’nin bir parçası olarak düzenlenir. Evlilik resmi bir statü kazanır. Memurun huzurunda nikâh kıyılır ve kız ve erkek çocukları için evlilikte yaş sınırı getirilir. (kız;17, erkek;18). Bunun temel nedeni kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesinin önüne geçmektir.
1873; İlk defa atamaları başlar. Darül Malumattan mezun olan kadınlar, öğretmen ya da okul idarecisi olarak atanır.
1876; Kanuni Esasi, hem kız çocukları, hem de erkek çocukları için zorunlu eğitim getirmiştir.
1897; Kadınlar kamusal alanda işçi olarak çalışmaya başlamıştır.
1913; Kadınlar devlet memuru olmaya başlamışlardır.
1914; Kadın Üniversitesi adı altında, kızlara bir yükseköğretim kurumu açılır. Bu, İstanbul Üniversitesi’nin kızlar için tahsis edilen bir kısmıdır.
1917; Aile Hukuku Kararnamesi yayınlanır.
1921; Karma eğitime geçilir. Bu da Cumhuriyetten önce başlamıştır.

1915’ ten itibaren Osmanlı’ da bir fiil durum söz konusu. 1.Dünya savaşından yenilgiyle çıkmamızın sonucunda Osmanlı toprakları parçalanmaya başlamıştır. Sonra Cumhuriyet kuruluncaya, Kurtuluş savaşını kazanıncaya kadar o fiili durumdan dolayı dengeler tam yerine oturamamıştır. Aile Hukuku Kararnamesi çok önemlidir. 1917’ de Osmanlı Medeni Hukuku ihtiyacını gidermek üzere yapılan bir düzenlemedir. Aile Hukuku Kararnamesini oluşturmak üzere bir komisyon kuruluyor ve komisyonda eğitim almış aydınlar, dini eğitim almış olan ulema var. İttihat ve Terakki yönetimi bunu yürürlüğe sokar.

Aile Hukuku Kararnamesinde ne var?
Bu kararname ile kadınlara dört tane temel hak verilmiştir:
a) Çok evlilik sınırlandırılmış b) Kadınlara boşanma hakkı verilmiş c) Mahkemelerde hukuki eşitlik sağlanmış d) Mirasta eşitlik sağlanmıştır. İttihat Terakki bunlara, kadının babasının ya da eşinin izni olmadan çalışabilmesini de ilave etmiştir. Çünkü o tarihte erkekler cephededir, ciddi bir şekilde kadın emeğine ihtiyaç duyulmaktadır.

1916’da 1.Ordu bünyesinde bir kadın taburu oluşur. Kadınlar lojistik destek verirler. Gönüllü bir oluşumdur. Burada da kadınların emeğine ihtiyaç hissedilmiştir. Onun önündeki engeli kaldırmak için bu düzenleme yapılmıştır. Kararname ile kadına boşanma hakkı verilmesinden Katolikler rahatsız olup, İngiliz işgal kuvvetlerine şikâyet ediyorlar. Maalesef 1918’de İngiliz’ler Aile Hukuku Kararnamesi’ni yürürlükten kaldırıyorlar. Bu kararname uzun zaman Suriye, Irak, Lübnan’da uygulanmıştır.

Cumhuriyet döneminde oluşan medeni kanunla beraber kadının çalışması, babasının ya da eşinin iznine bağlanıyor. Medeni kanun bizde Feminist Kadın Hareketi ortaya çıkıncaya kadar, kadının kurtuluş reçetesi gibi takdim edilmiştir. Daha sonra feministler, Medeni Kanunun kadınların aleyhine olan maddelerini gündeme getirip değiştirmek için mücadele ettiler. Bildiğimiz gibi, 2001 senesine girdiğimizde, Medeni Kanun çok köklü bir şekilde değiştirildi. Tüm bunlar 1926’da Medeni Kanun geldi, kadınlarla erkekler eşit oldu algısının tümüyle yanlış olduğunu göstermektedir.

Osmanlı Aydınlarının Kadın Olgusuna Yaklaşımları

  1. Meşrutiyet aynı zamanda aydın hareketinin ortaya çıktığı dönemdir. 1860’larda, Genç Osmanlılar ya da Namık Kemaller, Fatma Aliye’lerin başlattığı bir aydın hareketi var. Daha sonra da 1879’da Jön Türkler ortaya çıkar. Jön Türkler’le Genç Osmanlıların felsefeleri, bakışları, düşünceleri, beslenme kaynakları birbirinde farklıdır. Genç Osmanlılar İslamcıdırlar; İslami değerleri, Batı’ da gelişmiş olan demokrasi, cumhuriyet gibi değerler çerçevesinde yeniden yorumlamaya çalışırlar. Şemsettin Sami öyledir. Fatma Aliye öyledir.

Jön Türkler ise; tamamen bize ait olan değerleri bir kenara bırakıp, Batılı değerleri almayı öngörürler. İttihat Telakkinin kurucu kadrosu Jön Türklerdir. Birinci Kuşak Aydınlar yani Genç Osmanlıların, ana hatlarıyla, iki temel yaklaşımları vardır. Bunlardan bir grup: reformcu diyebileceğimiz bir tarzda kadın ve aile konusuna yaklaşırlar. Namık Kemal, Şemsettin Sami, Fatma Aliye bu anlayışla İslami kuralları yeniden yorumlamışlardır. Buradan hareketle de kadına yeni bir rol biçilmiştir.

Daha muhafazakâr aydınlar ise, kadının aile içinde tutulmasını savunurlar. 1860-70’lere baktığımızda, kadının kamusal alana çıkması, çalışması, eğitim kurumları içerisinde yer almasını doğru bulmayan, kadının aile içinde kalmasını savunan aydınlar, daha çok medreselerden gelenlerdir. Fakat Avrupa’da kadınlara hakları verilirken, özellikle de eğitim hakkı, kiliselerle çok ciddi çatışmalar yaşanıyor, Osmanlı’ da böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Medrese o anlamda ciddi bir reaksiyon göstermiyor ama onların da bir kadın tasavvuru söz konusudur.

  1. Meşrutiyet dönemine geldiğimizde, bu dönemde kadınla ilgili tartışmalar alevlenmeye başlar. Osmanlı’da hem bürokratik düzeyde hem de aydınlar düzeyinde kadın bir medeniyet değişim aracı olarak görülmüştür. Kadını kamusal alana dâhil etmek, onu erkekle eşit kılmak, bizim yeni bir medeniyete geçtiğimizin işaretidir. Bu 2. Meşrutiyet döneminde çok daha belirgindir. O dönemde üç grup aydın vardır:
  2. Türkçü Aydınlar: Ziya Gökalp, Halide Edip Adıvar, Ahmet Ağaoğlu. Bu aydınların kafasındaki kadın modeli; iyi eğitim almış, modern değerleri benimsemiş, modern ama aynı zamanda geleneksel, manevi, dinsel, kültürel değerlerden de vazgeçmemiş olan kadındır. Dolayısıyla kadın hem annedir, hem öğretmendir. Kamusal alanda çalışacaksa aile içindeki rollerin devamı olan mesleklerde çalışması gerekir.
  3. Batıcı Aydınlar: Abdullah Cevdet, Ahmet Muhtar, Tevfik Fikret, Celal Nuri. Bu aydınlar, geleneksel rollerin tamamen terkedilmesini, kadının Batıda olduğu gibi erkekle eşit olmasını isterler. Kadının kamusal alana girmesini, hukuk, eğitim ve ekonomik alanda erkekle eşit olmasını savunurlar. Bu aydınlar bizim geriliğimizi büyük ölçüde İslami değerlere bağlarlar, bunların üzerine bir çizgi çekmemiz gerektiğini söylerler. Celal Nuri : ‘Batı medeniyetine kendimizi uydurmayacağız, kendimizi Batı medeniyetine göre yeniden şekillendireceğiz çünkü medeniyet odur’ diyor. Türkçülerden Ziya Gökalp ‘Batı’dan bilim-teknoloji alalım ama kültürümüzü, değerlerimizi koruyalım, ikisini sentezleyelim’ görüşündedir.
  4. Muhafazakâr İslami Aydınlar: Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Mustafa Sadri Efendi gibi aydınlara göre, kadının eğitilmesi kamusal alanda çalışması için değil, daha iyi nesiller yetiştirmesi için önemlidir. İslami prensiplere göre aileyi ele almamız ve aileyle sosyal hayat arasındaki duvarları korumamız gerektiğini ileri sürerler.

Cumhuriyet döneminde, kadın politikaları Türkçü ve Batıcı aydınların önerilerinin harmanlanması şeklinde olmuştur.

Basın Ve Yayında Kadın

Osmanlı’da ilk kez 1868’de Terakki Gazetesi yayınlanmıştır. Terakki Gazetesi, Muhaderat adında bir kadın eki de yapar ancak bu ek zamanla müstakil bir gazeteye dönüşür. Bunun da en önemli yazarlarından biri Fatma Aliye’dir. Daha sonra Kadınlara Mahsus gazete yayınlanır. Yapılan bir çalışmaya göre, 1868-1900 yılları arasında kadınla ilgili 13 tane mecmua yayınlanmış, 1908-23 tarihleri arasında bu yayınlar 24’e çıkmıştır. Kadınla ilgili mecmuaların, gazetelerin çoğalması kadın etkinliğini de artırmış, kadın hareketi büyük ölçüde bu zemin üzerinden gelişmiştir.

1909’da, Dernekler Kanununun devreye girmesiyle birlikte, kadınlar çok sayıda dernek kurdular. Serpil Çakır 1909-1923 yıllarında “Osmanlı’da Kadın Dernekleri” ile ilgili yaptığı çalışmada, 40 tane kadın derneğinin varlığından söz eder. Bu derneklerden bir tanesi de 1913’ te kurulan, Osmanlı Kadın Hakları Derneğidir. Bu dernek yani Osmanlı Müdafai Hukuku Nisvan Cemiyeti aynı zamanda ‘Kadınlar Dünyası’ isimli bir dergi yayınlar. Bunlar tam anlamıyla dönemin feminist hareketini oluşturan bir kadın grubudur. İçlerinde entelektüel bir kadın olan Nezihe Muhiddin’de var. Nezihe Muhiddin bir taraftan Batı’dan gelen feminist değerleri, modern bir kadın ve aile yapısını savunurken, bir taraftan da bize ait olan kültürel değerlerin korunmasını savunur. Osmanlı dönemi kadın hareketi, kadının yerel sorunları üzerinde odaklanıyordu. Mücadele ettiği alanlardan biri de seçme ve seçilme hakkıydı.

Konuyla ilgili 1916-17’lerde yazılan iki alıntı şöyle: ‘İlerlemek, yükselmek, mesut yaşamak istiyoruz. Her şeyi görmek ve anlamak istiyoruz. Hayatımızın medeni bir hayata, durgunluğumuzu eyleme dönüştürmek istiyoruz. Bu da ancak toplumsal hayata katılmamızla, erkekler derecesinde bir hukuka sahip olmamızla mümkündür’. Meşrutiyetin ilan edildiği Temmuz 1908’ den bir başka alıntı da şöyle: “Ah kadınlık! Sen hala zulmet içinde kalacak mısın? Hürriyeti erkeklerimize vermediler. Onlar cebren aldılar. Hak verilmez, alınır. Biz hukuk-i tabiiyye ve medeniyetimizi isteyelim, vermezlerse cebren alalım. Kadın işçiler, sanatkârlar, tacirler, memurlar gibi pek yakın bir atide dahi hanımları mebus göreceğiz ve kürsü-i hitabette âlem üzerine irat edecekleri noktaları yazacağız. Bu artık tahakkuk etmiş bir hakikattir”.

Cumhuriyet döneminde, “Kadınlar kafeslerin arkasındaydı, cahildi, biz devrimi yaptık ve onları kurtardık.” söylemi geliştirildi. Bu söylemin pek doğru ve geçerli olmadığını, en azından bir kadın grubunun var olduğunu biliyoruz. Bu kadınlar, sadece kadın haklarına odaklanan bir söylem geliştirmediler, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı esnasında kurtuluş mücadelesine de destek verdiler. Mesela; Anadolu’ ya geçiş sürecinde Erzurum, Diyarbakır ve Trabzon’da Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyetleri kurulmaya başlandı. Ve bu cemiyetler İstanbul’ un işgaline karşı protestolar düzenlediler. Mesela, İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği esnada, kadınların organizasyonuyla Halide Edip’ in elli bin kişiye hitap ettiği Sultanahmet Meydanı eylemi vardır.

1923’te, Cumhuriyet’ in kuruluşuyla beraber, Osmanlı Hukuk-u Nisvan Cemiyeti mensupları Kadınlar Halk Fırkası adıyla, Cumhuriyet Döneminin ilk siyasi partisini kurmak isterler. Fakat kendilerine izin verilmediğinden, onlar da 1924’te Türk Kadınlar Birliği Derneğini kurup ‘Oy hakkı mücadelesi’ veriyorlar. Dernek 1927 yılında bir kongre düzenler ve erkekler gibi oy kullanmak istediklerini beyan eden ortak bir bildiri hazırlayıp Meclise gönderirler ama talepleri hükümet tarafından reddedilir. Kadınların oy kullanma talepleri Cumhuriyet Gazetesi tarafından kabul edilemeyecek kadar hayali ve aşırı olarak değerlendirilir ve “Kokanalar Trabzon” da Ortaya Çıktı’ diye manşet atar. Böylece onlara sapkın muamelesi yapılır. Çünkü Cumhuriyet herkesten istediği gibi kadınlardan da sadakat istiyor. Eğitimli kadınlardan sadece rejimin hizmetine girerek, diğer kadınları eğitmesini bekliyor. Bu bakımdan da, Türk Kadınlar Birliği üzerinde çok önemli bir baskı uygulanıyor.

1930’lar Faşist rejimlerin Avrupa’da yayıldığı dönemlerdir. Hitler iktidara gelmiş, Avrupa’yı 2. Dünya Savaşı’na doğru götürmektedir. Avrupa’daki birçok ülkede otoriter rejimler kuruluyor. 1930’dan itibaren Türkiye de İtalya’nın yörüngesine girmeye başlıyor. Aydınlar, yöneticiler Mussolini’nin bütün konuşmalarını Türkçeye aktarıyor. Bunlar Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı eliyle gerçekleşmiştir. Türkiye yüzünü büyük ölçüde İtalyan modeline dönmüştür.

İtalyan modeli devletle toplumun bütünleşmesi esasına dayalıdır. Bu modelin arkasındaki temel yaklaşım şudur: “ İki tür insan var. Birincisi elitler, onlar tabiatları itibariyle üstün varlıklardır. Bir de yönetilmeyi hak eden bir kitle var. Elitler erkeklerdir ve devleti onlar yönetirler.” Bu elit düşünce Platon’a kadar gider. Platon, insanlar tabiatı itibariyle üçe ayrılır der: “1. Altın karakterli. 2. Gümüş karakterli. 3. Demir karakterli olanlar. Bu bizde doğuştan vardır. Tanrı bizi üç karakterde yaratır. Altın olanlar filozof olurlar, devleti yönetirler. Gümüş olanlar asker olurlar, devleti korurlar. Demir olanlar da üretici, esnaf, tüccar, olurlar. Kadınlar da bunların içindedir. Çünkü kadınlar eksiktir, erkeğe hizmet etmek üzere yaratılmıştır.” der. Batı’da kadın düşüncesinin arka planı, Platon’un bu düşüncesine kadar geri gider.

O dönemde Avrupa tarafından Mustafa Kemal faşistlikle suçlanıyor, Mussolini ve Hitler’le aynı kategoriye konuyor. Aslında Necdet Peker, 1937’de bir öneri olarak bu fikri Atatürk’e sunmuş olsa da Atatürk bunu reddetmiştir. Ancak İsmet Paşa ve ekibi tarafından 1937’ de Anayasaya giriyor ve toplumun devletle bütünleşmesi, altı okla sembolize ediliyor. Ok, faşizmin sembolüdür. Mussolini’nin partisinin on iki tane oku vardı, 1930’larda kurulan faşist partilerin çoğunda ok vardır.

1935’e gelindiğinde, rejim Türk Kadınlar Birliği Derneğinden çok rahatsız. Çünkü tek farklı ses bunlar, farklı bir kimlik ve haklar talep ediyorlar. 1935’ te bunların içine, devlet marifetiyle bir kadın grup sızıyor ve dernek yönetimini ele geçiriyorlar. Yeni yönetim Nezihe Muhittin ve arkadaşlarını dışlıyor ve uluslararası bir kadın konferansı düzenliyor. Konferansın sonunda “Kadınlar seçme-seçilme hakkına kavuşmuştur, bizim derneğin de temel amacı bu hak için mücadele etmekti, dolayısıyla amacımıza ulaşmış durumdayız. Artık bu derneğe ihtiyaç kalmamıştır, kendi kendimizi feshediyoruz.” demişlerdir.

Bu kararı alanlar, yönetimi ele geçirmiş, devletle temas halinde olan kadınlardır. Örneğin, Halime İffet Oruz bir subay eşidir. Kendisi derneğe nasıl girdiklerini, alçak! Feministleri nasıl alt ettiklerini, Atatürk’ le nasıl temas halinde olduklarını, Türkiye’yi nasıl bir badireden kurtardıklarını, kadınların yüzünü gereksiz fantezilerden halk evleri vasıtasıyla nasıl rejime hizmete çevirdiklerini anılarında anlatıyor. Atatürk onlara diyor ki, “Biz erkeklere ulaşıyoruz, kadınlara ulaşamıyoruz, siz gidin kadınları eğitin, böyle işlerle uğraşmasınlar.” Dolayısıyla, 1935’te son kalan dernekler olan Türk Kadınlar Birliği, Türk Ocakları ve Masonlar Locası da devlet eliyle kapatılıyor. Muhalif medya da baskılanmış böylece toplum devletle bütünleşmiştir. 1935’ ten 1946’ ya kadar Türkiye büyük ölçüde işte bu İtalyan modeliyle yönetilmiştir.

1950’de Demokrat Parti iktidara geldiğinde Celal Bayar, Kadınlar Birliği’ni farklı amaçlar için yeniden kurar. Celal Bayar’ın çarşafa karşı yürüttüğü mücadelede en aktif görevi bu dernek üstlenir. Türk Kadınlar Birliği kampanyalarla kadınlara eşarp ve pardösü dağıtarak onlara çarşaflarını çıkarttırmışlardır. İleride türban ve pardösüye dönüşecek olan kıyafetin ilk biçimi bu kuruluş tarafından yaygınlaştırılmıştır.

 Deşifre: Hatice Kübra Terzioğlu

Not: Bu metin Prof. Dr. Ömer Çaha’nın 23 Ekim 2010 tarihinde Hazar Derneğinde gerçekleştirdiği “Osmanlı’da Kadın Hareketleri” başlıklı sunumunun tarafımızca yapılan özetidir. İzinsiz alıntılanması ve yayınlanması yasaktır.

Önceki Yazı

Kürt Kadın Hareketi: Üçüncü Dalga Kadın Hareketine Türkiye’den Bir Örnek

Sonraki Yazı

Yeni Anayasa ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir