Osmanlı’da Kadın

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Ayşe Aslı Sancar

30 Mayıs 2009
90’ların başında elime Osmanlı kadınını egzotik, miskin, ezilmiş, hareme hapsedilmiş bir şekilde sunan bir kitap geçti. Bu kitapta okuduklarım hiç içime sinmedi. Ancak elimde bunları yalanlayan bir başka kaynak da yoktu. Bende konuyu araştırmaya karar verdim. Ve araştırmalarımda gördüm ki aşağı yukarı 18. asrın başında ortaya çıkmış bu harem efsanesi tezinin temeli daha çok masallara dayanıyormuş. Mesela binbir gece masalları Arapça’dan 100 sene önce Fransızca olarak yayınlanmış. Ve bu kitap Avrupa’daki insanları çok etkilemiş ve onların zihnindeki Osmanlı kadın imajını büyük ölçüde belirlemiş. Bazıları da buradan yola çıkarak haremi kendi gözleriyle görmek için Osmanlı imparatorluğuna gelmişler. Fakat bu insanların çoğu erkek olduğu için Osmanlı haremine girmeleri mümkün olmamış. Yine de bu tez defalarca tekrarlanmış ve hala devam ediyor. 19. asırda daha fazla Batılı kadın seyyah Osmanlıya gelmeye başladı. Bu kadınların bir kısmı bir şekilde hareme girme imkanı buldular ve o zaman bu imaj değişmeye başladı. Bazıları hareme dair klişe haline gelmiş olan anlatıyı devam ettirirken bazıları da objektif bir şekilde harem içindeki kadınlar, haremdeki hayat, adetler, döşemeler, yemekler gibi her şeyi en ince ayrıntısına kadar yazdılar.
Benim kitabı yazmaktaki amacım bu bilgi karmaşası içinde neyin efsane neyin gerçek olduğunu ayırt etmekti. Zira bu imaja mahkûm olmuş Osmanlı kadınına büyük bir haksızlık yapılmış oldu. Fakat aynı zamanda bunun Müslüman kadınlar için de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bilhassa Batı’da Müslüman kadınların imajı hiç parlak değil. Bugünkü İslam ülkelerinde de bu imajı teyit eder gibi bir görüntü var.  Osmanlı kadınının tecrübesi Müslüman kadının haklarına bakmak için iyi bir laboratuvar gibidir. Çünkü Osmanlı’da devlet geleneğine bağlı olarak çok iyi kayıt tutulmuş. Dolayısıyla bu kayıtlara bakarak Osmanlı’daki kadının hayatını çok daha doğru olarak ortaya koyabiliriz.  Aynı zamanda bu konu bence dünya kadınları için de çok önemli. Çünkü dünya kadınlarının tarihi geçmişi oldukça karanlık. Kadınlar genellikle zorluklar altında, ikinci sınıf ya da daha da aşağı pozisyonlarda oldular hep. Dünya kadınlar tarihinde parlak bir dönem olarak Osmanlı dönemini görebiliriz.
Kitabımda batılıların Osmanlı kadınını nasıl tanımladıklarına bir bölüm ayırdım. Batılılar, Osmanlı kadınının zarif, kibar, feminen, hatta ses tonunun bile bir ahengi olduğunu söylüyorlar. Osmanlı kadınının cömertliğini gösteren kayıtlar da var; mesela vakıf faaliyetlerinde Osmanlı kadını çok faalmiş. Yapılan bir araştırma 16. asırda İstanbul’daki vakıfların üçte birinin kadınlar tarafından kurulmuş olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda çocuklara da bu hayırseverliği aşılamışlar. Ayrıca çok misafirperverdiler samimi ama laubaliliğe açık olmayan bir karakterde idiler. Bütün gelen seyyahlar bu konuda aynı fikirdeler.

İsterseniz bir iki tane alıntı aktarayım. Birincisi İsveç Konsolosluğunda çalışan 18. asırdaki Türk örf ve adetleri hakkında bir çok kitabı bulunan Ermeni bir yazar, Osmanlı kadınıyla ilgili olarak “Tabiat doğunun kadınına hem zarafet hem de cazibe bahşetmiş, tavırları soylu ve zarif, davranışları hoş, konuşması açık, saf ve incelikli en azından Türk haremlerine sıkça girip çıkmış Hristiyan kadınlarının hepsi bunda ittifak ediyor” diyor ve devam ediyor, “Bunun böyle olmadığına inanmak için de hiç bir sebep yok. Şahsen birçok ortamda Türk kadınlarıyla bir araya geldim konuşmalarındaki sadelik, hitabetlerindeki açıklık, düşüncelerindeki incelik ses tonlarındaki zarafet ve davranışlarındaki seçkinlik beni her zaman çok etkiledi”.

Osmanlı kadınları hakkında yazan, aynı zamanda da seyyah olan bir İngiliz hanım diyor ki, hepimizin inanmaya yatkın olduğu üzere özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insan onlardır. Doğunun kadınlarına acımak Avrupa’da moda halinde ama bu kadar yanlış bir duygu olsa olsa onlara acıyanların kendi cehaletindendir.
Hareme dönersek önce kelimenin köküne bakmamız lazım. Harem Arapça bir kelime; hem yasak olan hem de kutsallık manasında kullanılan bir kelime. Bizim harem denince aklımıza kadınların toplandığı mekan geliyor ama aynı zamanda mesela haremi şerifeynle kastedilen Mekke ve Medine de kelimenin kutsallığını göstermekte. Osmanlı zamanında cami avlularına da harem denilirdi. Onun için kelimenin bu manasını da akılda tutmakta fayda var. Osmanlı, hareme böyle bakmış. Harem kadının hapsedildiği yerden ziyade kadınları koruyan ve onurlandıran bir yer olarak görülmüş. Kayıtlardan anlaşıldığına göre de hem erkekler hem de kadınlar hareme böyle bakıyorlardı. Kadınlar asla kendilerini hapsedilmiş hissetmemişler hatta böyle bir ayrıcalığa sahip olmadıkları için Avrupalı hanımlara acımışlardır. Osmanlı’da bile harem her kadına nasip olmamıştır. Harem içindeki kadınların sosyal rollerine baktığımızda eş, anne ve evin idarecisi olduklarını görüyoruz. Bu roller için çok iyi eğitilmişlerdi.
Osmanlı’da mektepler çok yaygındı. Kız ve erkekler dört beş sene burada okuyorlardı. 17. asrın başlarında Fransa’dan gelen bir seyyah “mektep olmayan en küçük bir köy bile yoktu” diyor. Bu mektepler devlet tarafından değil vakıflar tarafından kurulup yürütülmekteydi. Bunlar anne babaların çocuklarını eğitim için gönderdiği yerlerdi, camiye ihtiyacın olduğu her yerde mektepte bulunurdu.
Rüştiye mektepleri ilk kez İstanbul’da 1858 yılında yüksekokul olarak kuruldu. Zamanla bunların sayıları artmıştır,  burada haftada 6 gün çok geniş ve ciddi bir eğitim veriliyordu. Tarih, matematik, coğrafya, dil, İslami ilimler, Kur’an, tefsir, ilmihal vardı. Rüştiye mekteplerinde ev ekonomisi dersleri de vardı fakat bu ev ekonomisi dersleri evde verilirdi.  Osmanlı kadının eczacılık bilgisi vardı, hangi bitki hangi hastalığa iyi gelir bilirdi. Sadece yıkama, ütüleme değil kumaşın dokuma bilgisine de sahipti, peynir nasıl yapılır, ev nasıl korunur en ince teferruata kadar bilir evde denetimi yapardı.
Osmanlı’da fıtrata uygun eğitim verilirdi. Batılı bir seyyah kayıkçıların işlerini ne kadar mükemmel yaptıklarından bahsediyor. Osmanlıdaki eğitimin prensiplerinden biri seçilen işin mükemmel ustaca yapılmasıydı. Bu prensip kadınlar içinde geçerliydi. Tabi kadınların mesleği yoktu ama fıtrat üzere annelik, ev hanımlığı ve eş olmak üzere muhteşem şekilde eğitilirlerdi. Sıbyan mekteplerinde hocalar erkekti ancak rüştiye mekteplerinde hocalar kadındı, buradan mezun olanlar muallim olabiliyorlardı.  Osmanlı’da kadın doktorlar da vardı. Üsküdar’da cerrah bir hanım vardı. Bursa’da ipek fabrikalarından iş alıp bunları evlerinde işleyenler vardı. Şair ve ebe kadınlar vardı. Osmanlı kadını asla boş durmamıştır. Osmanlı’da annelik vazifesine çok değer verilirdi.
Osmanlı’da kadınların alemi biraz gizli bir alemdi. 19. asrın başlarında bir grup seyyah ancak Osmanlı kadınıyla ilgili yazılar yazmıştır, ondan önce kendilerinden bahseden bir yazı bulamazsınız. Sadece son derece bilinçli ve kültür düzeylerinin yüksek olduğunu biliyoruz.
Osmanlı toplumunda iki ayrı alem vardır; biri umumi toplum, erkeklerin hakim olduğu alem. Birde kadına ait erkeklerin girmediği bir alem vardı. Yani rekabet olmayan iki ayrı alem vardı. Kadınlar iyi annelik ve iyi ev hanımlığında rekabet ederlerdi, gelinlerde mutlaka bu vasıflar aranırdı. Bugün kadın ve erkeklerin bir alemi var ve kadınla erkeğin rekabet halinde olduğu bir modele sahibiz. Halbuki  Osmanlı’ya o dönemden ve o sistem içinde bakmamız lazım. Bir kadın öldüğü zaman onun malvarlığı kendine aitti, eşlerine borç veren kadınlar vardı. Kadının fabrikası varsa kendisi şahsen yönetmez bir yardımcısı olurdu. Erkekler aleminde çok bariz bir varlığı yoktu ama bu asla kadının pasif ve güçsüz olduğunu göstermezdi. Birazdan kadınların hukuki haklarından söz edeceğim orada da kadının asla pasif olmadığını göreceksiniz. Boş vakit geçiren insanlar değillerdi ancak kariyer peşinde de değillerdi. Kadın kadınla, erkek erkekle yarışırdı. 16 asırdaki sıbyan mekteplerinin dünyada eşi yoktu. Belki dünyanın çeşitli yerlerindeki elit kadınlar eğitilmişti ama halka yönelik böyle bir uygulama yoktu. Avrupa’daki Harward gibi okullar işe öncelikle bir teoloji okulu olarak başlamıştır. Dünyada herkese açık eğitim sistemi 19. asırda geldi.
Bugün bir kadını hareme kapatmak belki yalnızlık demek ama o gün harem hayatı çok sosyaldi. Kişinin etrafında aile efradı ve hizmetçiler olurdu. Erkekler ailenin geçiminden mesul oldukları için ailenin bütün kadınları aynı evde yaşardı. Osmanlı da sosyal olaylar paylaşıma vesile olurdu; mesela bir kadının doğumu diğer kadınlar için bir eğlence olurdu. Sünnetler, bayramlar, bebeğin ilk dişi, bir genç kızın tesettüre girmesi, hanımların birlikte hamama gitmesi bir paylaşıma vesile olurdu. Aynı zamanda piknikler, alışverişler, mehtabı seyretmek evin dışındaki faaliyetlerindendi. Harem yalnızlık değil aksine hayatı paylaşmaktı. Camilerde kadınlara açıktı ama kadınlar erkeklerle beraber ibadet etmezdi. Kanaatime göre Osmanlı insanı denge insanıydı. Osmanlı adetleri şekilleri değişmekle birlikte günümüzde de yaşanmaktadır.
Beni en çok şaşırtan ve dikkatimi çeken konu Osmanlı kadınının hukuki haklarıdır. Değerli bir Osmanlı tarihçisi yaklaşık 1540-41 yılları arasındaki incelediği şer’iyye sicillerinde kadınların sık sık mahkemelere başvurduklarını tespit ediyor. 17.-18. yüzyılda ise kadınların erkeklere açtığı davaların % 70’ ini kazandıklarını görüyoruz. Bu Osmanlı hukukunun zayıfın yanında olduğunu gösteriyor. İstatistikler kadınların Gayri Müslimlerin ve sıradan halkın hakkının titizlikle korunduğunu gösteriyor. Kadınlar mahkemeye sıkça başvurup haklarını almışlardır. Mesela kadının rızası dışında evlilik olmazdı. Kızların küçük yaşta nikâhı kıyıldığında birlikte yaşam olmazdı. Genç kız büluğ çağına gelince eğer nikahlı olduğu kişiyle evlenmek istemezse hemen kadıya başvurur ve nikahı iptal ettirebilirdi. Bugün Batı’da çok yaygın olan evlilik sözleşmesi Osmanlı da vardı. Sözleşmeye hangi özel şartlar konulmak isteniyorsa onlar konulurdu. Dulsa ve çocukları varsa veya annesi yanında yaşayacaksa veya uzağa gitmek istememesini şarta bağlayabilirdi. Sözleşmeye şartlar, mehir ve nafaka yazılır birde eğer erkek ikinci bir kadınla evlenmek isterse boş olacağına dair maddeler konulurdu. Osmanlı kadını çok eşliliği böylece hukuki yoldan halletmiştir. İleride bu konuda bir ihtilaf olursa sözleşme gereği boşanıyorlardı. Osmanlı’da çok eşli erkeklerin en fazla iki eşi vardı üç eşlilik ise son derece nadirdi. 17 y.y’da Bursa’da ölen erkeklerin terekelerine bakılarak % 1’inin iki eşli olduğunu görüyoruz. Osmanlı’da ilk eşin çocuğunun olmaması dışında çok evlilik görmüyoruz.
Mehir iki kısma ayrılırdı; birincisi evlenmeden önce peşin ödenen, ikincisi de sonraya ertelenen boşanma ya da erkeğin vefatı halinde ödenirdi. Kızlar genellikle mehrini peşin alırlardı. Mehir evlilik sözleşmesinde kayıt altına alınırdı hatta Bursa’da bir erkek evlilik sözleşmesine uymadığı için 60 gün hapis yatmıştır.
Kadının da boşanma hakkı vardı. Erkeğin boşanmayı kabul etmemesi halinde kadın mahkemeye başvurup boşanabiliyordu. Evlilik sözleşmesini ihlal etmek, kadını terk etmek, dini vecibelerini yerine getirmemek, iktidarsızlık, hastalık gibi ciddi sebeplerle kadın mahkemeye başvurup boşanabiliyordu.
Osmanlı’da kadının mülk ayrılığı hakkı vardı. Eşi veya akrabası olan erkekler kadına bakmakla yükümlüydü. Miras, mehir, kira, kazanç gibi gelirler sadece kadına aitti ve kadının izni olmadan erkeğin bu gelirleri kullanma hakkı yoktu. Bu konuyla ilgili mahkeme kayıtları bulunmaktadır.
Ölüm veya boşanma durumunda 7 yaşından küçük erkek çocuklar anneye verilirdi. 7 yaşından sonra babasına gidebilirdi. Kızlar ise genelde evlenene dek annenin yanında kalırlardı. Mahkemeler ebeveynlerin çocuklara iyi bakıp bakmadıklarını 2 senede bir denetlerlerdi. Osmanlı’da kadına şiddetin cezası çok ağırdı. Annelik rolünden dolayı manevi bir değeri olan kadına son derece hürmet ve sevgi duyulurdu. Dünyada ise kadına anneliğinden dolayı korunması ve onore edilmesi gereken manevi bir varlık olarak bakılmamıştır. Batılı kadına verilen haklarla bizim kadınımızın o günkü hak ve şartlarını kıyasladığımızda Osmanlı gözümüzde daha da büyüyor. 1882’ye kadar İngiliz kadınının mahkemeye başvurma, bir birey olarak kendisini temsil hakkı, mal edinme,  boşanma vb. hakları yoktu. Her şey erkeğe ait olurdu. Ayrılık durumunda ise çocuk kesinlikle anneye verilmezdi. Lady Crazy 18. asır sonunda eşinden boşanmış ve 7 çocuğu da eşinde kalmıştır. Batılı kadının her şeyi erkek üzerinden görülürdü, kanun karşısında bir varlığı ve hakkı yoktu.
Osmanlı’da mahkemeye başvuran kadınların elit kesimden değil, daha çok halkın içinden çıktığını görüyoruz. Kadının biri tarlasında çalışırken tarlaya yandaki tarla sahibinin eşeği giriyor. Kadın eşeği çıkarmak isterken eşeğin sahibi kadına küfrediyor ve kadın hemen mahkemeye başvuruyor. Osmanlı toplumunda küfür ciddi bir suçtu. Bu kadın elit olmamasına rağmen mahkemeye başvurma bilincine sahipti ve her yerde kadıya ulaşabilmek kolaydı.
Haremdeki kadınla günümüz kadınını kıyasladığımızda sistemlerin farklı olduğunu görüp ona göre değerlendirmek gerekir. Örneğin şeri sistemin miras paylaşımı kimilerine adaletsizmiş gibi gelse de o günkü kadının; evin, ailenin, çocukların hatta kendisinin geçiminden mesul olmadığını gözden kaçırmamak gerekir. Günümüzdeki mal birliği ilkesi kadının hakkını koruyan bir sistemdir ama bu Osmanlı’da olsa haksızlık olurdu. Hakları tam olarak kıyaslamamız söz konusu değildir.
Türkiye’de Tanzimat zamanında birçok erkek batıda bilhassa Fransa’da edebiyat, hukuk ve askerlik gibi farklı alanlarda eğitim almışlar ve farklı bir kültürle yetişmişlerdir. Bu insanlar fikri ve görsel anlamda batılı bir kadın tipiyle evlenmek istediler. Artık harem’e ve kadına batılı gözüyle bakılmaya başlandı.  Batılı kadın tipi ve aile modeli benimsenince doğal olarak Osmanlı kadını karalanmış ve bu yeni kadın modeli dikte edilmiştir. Bu dönemde kadının annelik rolü örf ve adetlere bağlılığı dindarlığı önemini yitirmiştir.

Hazırlayan: Ayla Kerimoğlu
Önceki Yazı

İletişimde Başarı İçin Söz ve Ses Eğitimi

Sonraki Yazı

Modernizm ve Postmodernizm Nedir?

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir