Makedonya Programı

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

El-Hilal Derneği’nin Daveti Üzerine “Hazar” Makedonya’da idi.

8-13 Ekim 2006
Hazırlayan: Ayla Kerimoğlu

Genel Hatlarıyla Makedonya

Toplam yüzölçümü 67,000 km²’yi bulan Makedonya, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan yarımadasında ilk fethettiği topraklardan biri iken, 1912/13 Balkan savaşları sırasında Osmanlı’dan ayrılan son bölge olmuştur.

Makedonya’da MS IV. yüzyılda kimi Türk boylarının bu bölgeye gelmesi ile başlayan Türk yerleşimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1389’da bölgeyi fethetmesi ile Türkleşmeye başlamıştır. Fethedilen topraklara batı ve kuzey Anadolu’dan getirilen Türkler yerleştirilerek Türk köy ve kasabaları kurulmuştur. 1912 yılına kadar “bizim” olan topraklar Versailes anlaşmasıyla çizilen sınırlarla birlikte Balkan ülkelerine dağıtılmıştır. Aralık 1918’de kurulan Yugoslavya  resmi dili Sırpça yaparak gerek okullarda, gerekse kamu hayatında zorunlu hale getirmiştir. Bu politika, nüfusu yabancılaştırmıştır.

1953 yılında, Makedonya’da 203.000 Türk yaşarken 1991 yılında bağımsızlığını kazanan Makedonya’da bugün sadece 75.00’e yakın Türk yaşamaktadır. Dün ve bugün Doğu Makedonya’da Türkler’e çok yoğun asimilasyon uygulanması sonucu, Yugoslavya Federasyonu döneminde Makedonlarla birlikte kurucu millet statüsünde bulunan Türkler, yeni anayasa ile birlikte günümüzde bu haklarını kaybetmişlerdir. Makedonya’da yaşayan Türkler, özellikle eğitim ve millî mensubiyet belirleme konusunda baskı altında tutulmaya devam etmektedir.

1990 yılından sonra çok partili sisteme geçen Makedonya’da Türklerin sesini duyurmak üzere kurulan “Türk Demokratik Partisi” 1994 seçimlerinde 1 milletvekili ile parlâmentoya girebilmiştir. Ayrıca Türk dernekleri Türk kimliğini ve tarihini korumak üzere çalışmalar yapmaktadırlar. Bu amaçla ülke genelinde bulunan 40 kadar Türk derneği, iki sene önce Üsküp Büyükelçisi’nin girişimiyle “Makedonya Türk Sivil Toplum Kuruluşları Birliği” (MATUSİTEB) çatısı altında toplanarak yeni bir güç birliği oluşturmuşlardır. Makedonya’da Türkler’in En yoğun oldukları yerler Üsküp, Gostivar, Ohri, Resne’dir. Türkçe dergileri, gazeteleri ve yerel televizyonları vardır. Makedonya’nın bazı kesiminde Türkçe resmi dil olarak kabul edilmekte ve konuşulmaktadır. Makedonya’da bazı bölgelerde az olsa da orta ve lise düzeyinde eğitim Türkçe dilinde olmakla birlikte üniversitelerde Türkçe eğitim yapılamamaktadır. Bu da Türklerin yüksek memuriyetlere gelmesinin önünde bir engel olarak durmaktadır. Ayrıca Üsküp ve Manastır Üniversitesinde Türklere çok az bir kontenjan ayrılarak önleri kesilmektedir.

Balkanlar’da ezici çoğunluğu Müslüman olan ve Osmanlının derin izlerini taşıyan Arnavutlar önemli bir nüfusa sahip olmasına rağmen, Balkanların güneyinde büyük bir devlet kurmalarından endişe duyan Uluslar arası güçler tarafından ayrı bölgeler ve ülkeler içinde konumlandırılarak tek bir devlet çatısı altında birleşmelerine engel olunmaktadır.
Makedonya nüfusunun %35’ini oluşturan Arnavutlar Türklerinde desteğiyle nüfusa orantılı siyasi ve kültürel haklarını tekrar elde etmek için Makedonya yönetimine karşı mücadele başlatmış durumdalar.

Cumhuriyet ile yönetilen, resmi dilin Makedonca, Arnavutça ve bazı bölgelerde Türkçe olduğu, Makedonya’da 2002 resmi sayımına göre nüfus 2.056.000’dir. Bu nüfusun etnik dağılım oranlaması  % 64.18 Makedon, %25.17 Arnavut, %3.85 Türk ve diğerlerinden oluşmaktadır. Dini yapının ise %67’si Ortodoks Hıristiyan, %30’u Müslüman,  %3’ü diğer dinlere mensup olduğu belirtilmektedir. Ancak bu resmi oranlar Müslüman halk tarafından Makedonlar lehine sonuç veren siyasi veriler olarak kabul edildiğinden itibar görmemekte, Makedonya’nın %48’inin Müslüman olduğu ifade edilmektedir.

1991 yılında Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığına kavuşan Makedonya’yı ilk tanıyan ülke Türkiye olmuştur. Çok çeşitli etnik kökeni, dini ve kültürü içinde barındıran Balkanlarda huzurun tekrar varolabilmesi için Osmanlı’nın Tarihte gösterdiği hoşgörüye şiddetle ihtiyaç vardır. Bugün henüz oluşum sürecinde olan Balkanlarda tarihi ve kültürel açıdan pay sahibi olan Osmanlı İmparatorluğunun varisi olarak Türkiye’nin bu bölgede alacağı rol avantajlı konumuna rağmen geliştireceği stratejilere bağlı olarak değişecektir.

             Makedonya ve Türkiye Arasında Köprü Olmak; El-Hilal ve Hazar İşbirliği

Daha önce Ağustos 2004’te kültürel gezi amaçlı gittiğimiz Makedonya’da, yönetim kurulu üyeleri ile tanıştığımız merkezi Üsküp’te olan El-Hilal, ülke genelinde 14 şubesi bulunan ve yardım amaçlı kurulan bir dernek. Bu tanışma esnasında, Balkan yarımadasının ortasında bulunan Makedonya’da yaşayan Türkler ile Türkiye arasında bir köprü kurulması ihtiyacı karşılıklı olarak dile getirilmişti. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı münasebetiyle, yıl boyunca yaptığı fakir halka yönelik yardım faaliyetlerine yoğunluk veren El-Hilal Derneğinin, bu yardım faaliyetlerine ek olarak düzenlediği panellerde “Sosyal Hayatta Kadın” konusunda konuşmacı olarak derneğimizin başkanı Ayla Kerimoğlu’na yaptığı davet sonucu derneğimizden 3 kişilik bir grupla Makedonya’ya gittik.

Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Ohrid ve Struga şehirlerini kapsayan programımız, gün içinde tarihi ve kültürel mekânların gezilmesi, bizleri misafir etmek isteyen evlerde verilen iftarların ardından çeşitli dernek temsilcileri ile yapılan görüşmeler ve halkla buluşma fırsatı yakalayacağımız Kalkandelen ve Gostivar şehirlerinde olmak üzere konuşmacı olarak katılacağımız iki panelden oluşmaktaydı.

                                          El-Hilal İftar Yemeği

                 

8 Ekim 2006 Pazar günü yerel saatle 17.00’de ulaştığımız Üsküp’te ilk olarak, El-Hilal Derneği’nin, yardıma muhtaç kişilere verdiği iftar yemeğine katıldık. El Hilalin, her ay devletten aldıkları 50 euro ile hayatlarını idame ettirmeye çalışan 250–300 fakire Ramazan’da her akşam verdiği iftar yemeğine katılmış olmamız 5 gün sonunda ülkeden ayrılmadan kayıtsız kalamayacağımız bir yardım faaliyetine iştirak etmeyi teşvik etmiş oldu. Ardından, merkezi Üsküp’te bulunan, Türk üniversite gençliğinin kurduğu Köprü Derneği’ni ziyaret ettik, çalışmaları hakkında bilgi aldık.

Daha sonra ülkenin ikinci büyük şehri olan ve yoğunluklu olarak Müslümanların yaşadığı Kalkandelen (Tetova)’de, Türk ve Müslüman kimlikleri ile var olma endişesini taşıyan gençlerin henüz bir yıl önce kurdukları Kalkan Eğitim Kültür ve Sanat Derneği’nin düzenlediği Türk Tasavvuf Musikisi konserinde, genç nüfusun dinamizmi ve gayretlerine takdirlerimizle tanıklık ettik.

                                                    Kalkan İlahi Korosu

Ardından bir misafirperverlik örneği olarak tamamen bize tahsil edilen evde daha sonrada sabahlara kadar devam eden dostluğun, bilginin ve yardımlaşmanın paylaşıldığı anları birlikte yaşadık. Hiç tanımadığımız insanlarla din kardeşliğinin idrak edildiği, ülkemizden çok uzak olmamıza rağmen kendimizi evimizde gibi hissetmenin garip tadına vardık.

                                       Makedonya’daki Evimiz Kalkandelen


Alaca camii

Gün içinde şehirdeki tarihi ve kültürel mekânların gezilmesi olarak hazırlanan program gereği 9 Ekim 2006 Pazartesi, türünün tek örneği olan Alaca Camii, Saat Camii ve muhteşem Harabati Baba Tekkesi’nin gezilmesine ilave olarak, Kalkandelen şehrinde bulunan iki üniversiteden biri olan, kredili sistemle eğitim veren Stull Üniversitesi’ne gittik. Ülkemizde kılık-kıyafet yasağı sebebiyle giremediğimiz üniversite kampusüne, hiçbir zorlama ile karşılaşmadan girmenin bizi şaşırtan ve düşündüren duygusallığıyla girdiğimiz üniversite yetkilisinden eğitim sistemi hakkında bilgi aldık.

                                                 Harabati Baba Tekkesi

Ramazan ayı olması münasebetiyle canlılık kazanan kardeşlik duyguları vesilesiyle, Türk halkını Balkanlardaki kardeşlerimizle televizyon aracılığıyla buluşturmak üzere Kalkandelen’de bulunan, bir Türk TV kanalının davetiyle canlı yayınına katıldık.

10 Ekim 2006 Salı günü, iki sene önce Kalkandelen’de kurulmuş olan kız futfbol takımını ziyaret ettik. Adeta panel konusuna uygun olarak, kadınların sosyal hayatın her alanında var olabileceğini gösteren Drita Abi kadın futbol takımının varlığı ve bu alandaki başarıları bizleri şaşırttı. Ardından türkülerimize konu olan Şar Dağı’nda bulunan Şapka (Güneş)Tepesi’nde sonbaharın tabiata muhteşem yansıması, acaba başka yerlerde de sonbahar doğaya bu kadar cömert davranıyor mu sorusunu sormamıza neden oldu.

Ancak yaşayarak görülebilecek bu güzelliklerden başka bir güzelliğe Leyla Hanım’ın itinayla hazırladığı iftar davetine doğru yol alıyoruz.

                                      Kalkan Kültür Evinde Panel: Suskun Kadınlar


Salı akşamı Kalkan Kültür Evi’nde gerçekleştirilen panel sonunda, soru sorulmasını teşvik etmeye çalışmamıza rağmen, geleneksel bağların kuvvetli olduğu bu toplumda kadın üzerindeki baskının sorulacak sorulara kadar yansıdığını ancak panel sonrası öğrenebildik. Kadınların onlarca soruları olmasına rağmen yanlış anlaşılabilir endişesiyle program esnasında sükûnetlerini muhafaza ederek, sorularını yalnızken sormayı tercih ediyor olması dikkat çekiciydi. Bu kadınlar minik sırlarını güvenebilecekleri bir yabancıyla paylaşmanın huzurunu duyuyor ve buna mukabil minnet duygularını ifade ediyorlardı.

Bir diğer husus ise, kadın-erkek ilişkilerine yönelik erkeğin evdeki hâkim gücünü kabullenmiş olmalarıyla birlikte, bu durumu “en büyük mutlulukları, o otursun seni iş yaparken görsün” ya da “evde burnu yere düşse kaldırmaz” cümleleriyle şaka yollu küçük sitemlerle ifade etmeleriydi. Ancak geleneklerin getirdiği toplumsal rollere sonuna kadar sahip çıkan ve bu alanda yapılan en ufak bir eleştiri ya da siteme rıza göstermeyen kadınlar, ya da bu durumu büyük bir suskunluk içinde geçiştiren kadınlar çoğunlukta gibiydi.

                                            Osmanlı Askerinin Eli Değmiş

11 Ekim 2006 Çarşamba günü, 2001 yılında ülkenin siyasi haritasında ve sosyal alanda hak ettiği yeri almak üzere ayaklanan ve orada yaşayan Türkler tarafından desteklenen Arnavutların silahlı mücadeleye başladıkları Osmanlı kalesine çıktık. Şu an harap bir durumda olan kalenin Türkiye tarafından restore edilmesi için bir protokol yapılmış olmasına rağmen henüz bir gelişme olmamış. Bu durumu şikayet gibi olmasa da dile getiren arkadaşların gönül koydukları belli oluyordu. Bize buraları gezdiren Nermin arkadaşımız kalenin surlarına çıkarken “bunlara öyle taş diye bakmayın bunların her birine Osmanlı askerinin eli değmiş” diyerek adeta o günlere dair duyduğu özlemini dile getirir gibiydi.  İç savaş çıktığı zaman kalenin hemen yanına küçük bir kilise yapılmış ve şehre hâkim olacak şekilde büyük bir haç dikilmesi planlanmış ise de buna müsaade edilmemiş. Ancak çok kötü mimarisi olan bir kilise ve yarım kalmış haç sütunları bir garabet örneği olarak hala duruyor.

Herkesin bildiği gibi balkanlarda semboller hayati önemi haizdir. Soğuk savaş bu semboller üzerinden hala devam etmektedir. O yüzden bu haçın buraya diktirilmemesi önemli bir başarıdır. Daha sonraları Üsküp’te de göreceğimiz gibi şehre hâkim bir tepe üzerinde böyle büyük bir haç Müslümanlara meydan okumaya devam etmektedir.

                                   Panel ve ADEKSAM Ziyareti: GOSTİVAR

İkinci panel programımız için gittiğimiz Gostivar şehrinde de, Kalkandelen’de tanık olduğumuz endişelerle sessiz kadınların varlığına bir kez daha şahit olduk. Birkaç yazılı soru ve özel görüşmelerden bölge kadınlarını kısmen tanıma ve yaşadıkları sorunlar hakkında fikir edinme fırsatını yakalamış olduk. Genellikle fıkhi bilgi eksikliği ve geleneksel rollerin oluşturduğu problemlerin dile getirildiği sorular, toplumun yavaşta olsa değiştiğinin sinyallerini vermesi açısından önemliydi.

Panelin ardından Gostivar’da faaliyet gösteren Abdülhakim Hikmet Doğan Eğitim Kültür Ve Sanat Merkezi (ADEKSAM)’ni ziyaret ederek kurucuları ve yönetim kuruluyla tanıştık. Kuruluş amaçları ve faaliyetleri hakkında bilgi aldık. Faaliyet amaçlarına uygun olarak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Makedonya’da Türk nüfusunun eğitim faaliyetlerini canlandıran kişiyi kendi kuruluşlarına isim olarak tespit eden ADEKSAM, Türkleri yaşadıkları bölgelerde dernekler kurmaya teşvik ediyor, Türkçenin düzgün kullanılması ve unutulmaması amacıyla ücretsiz Türkçe dersi veriyor. Türkçe eğitim gören öğrencilere burs sağlıyor. Gençlerin Türkiye ile bağlarını sağlamlaştırmak adına her yıl Manisa ve İzmir’e öğrenciler için bilimsel geziler düzenleyerek Türk kimliğini muhafaza etme gayretiyle çalışıyor.

                           Şiir Gibi STRUGA’da Mahzun Müslümanlar

12 Ekim 2006 Perşembe günü önce şiir gibi görüntüsüyle şehrin ortasından akan Dirim ırmağının kenarlarında yer alan Struga’ya gittik. Ohri gölünün kıyısında kurulan küçük, sevimli turistik bir şehir olan Struga’yı gezdikten sonra görüştüğümüz, Müslüman kadınlar, Hıristiyanlarla bir şehri paylaşmanın yanı sıra doğru din eğitimi verecek kadın din görevlilerinin olmamasının en büyük sıkıntılardan biri olduğunu söylediler. İslami açıdan kulaktan dolma bilgilerle böyle bir ortamda yol almanın ve gençlerin sorularına cevap vermenin mümkün olmadığının farkında olarak ellerinden geleni yaptıklarını içimiz acıyarak dinledik.

                             Elimizden Kayıp Giden Büyülü Şehir; OHRİ

Daha sonra Makedonya’nın Arnavutluk sınırında bulunan ve kendisiyle aynı ismi taşıyan gölün kıyısında kurulu bir şehir olan Ohri’ye geçtik.  9’uncu yüzyılda rahip Clemens ve Naum tarafından Hıristiyanlığın merkezi haline getirilmiş olan Ohri 997’den 1018’e kadar da Patriklik Merkezi olarak kullanılmış.

Sultan I. Murat döneminde, 1385 yılında Çandarlı Hayrettin Paşa tarafından Osmanlı devleti topraklarına katılan Ohri, Birinci Balkan Savaşı sırasında Sırp ve Karadağ askerleri tarafından ele geçirilerek 1913’teki Londra Andlaşmasıyla da Sırbistan’ın egemenliğine bırakılmış.
Uzun süre Türk hâkimiyetinde bulunan Ohri, Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerden biri iken, şimdilerde gerek Türk gerek Müslüman nüfusun Hıristiyan nüfusa göre az olması sebebiyle tekrar Patriklik merkezi olarak kullanılması gündemde. Osmanlı döneminden kalan bazı eserler halen ayakta olmasına rağmen Göl kıyısındaki evlerin Osmanlı tarihi unutturularak  ‘Makedon evi ‘ olarak lanse edilmesi Osmanlı izlerinin silinmesine yönelik çabalardan sadece biri.

Bölgeye özgü evleri, tarihi mimari eserleriyle Ohri şehri ve Gölü’nün güzelliği UNESCO tarafından da tescil edilerek dünya mirası listesine dâhil edilmiş.
Ohri’yi önce göl üzerinden kayıkla yaptığımız gezi ile uzaktan izledik. Gölün tertemiz mavi suları, kıyıların ahenkli ve yeşille iç içe geçmiş görüntüsüyle büyülendik. Sonra tarih kokan arka sokaklarında kendimizi farklı düşünceler ve duygularla baş başa bırakarak bir süre yürüdük. Farklı medeniyet ve dinlere ait mimari ve dini yapıların iç içe geçtiği bu küçük şehir modern dünya insanına tarihte barış içinde yaşamayı başarabilmiş bir milletin adını haykırıyor adeta.

                           Türk Kadınlarının Sesi; Karabey Mahellesi Derneği

19. yy da dağa taşa mührünü vuran Osmanlı’nın güzelliği ile görenleri büyüleyen, bir Türk kasabası iken, şimdilerde azınlıkta olan Türkler pek çok sorunla karşı karşıya. Karabey Mahalle Derneği ismi altında toplanan Türk kadınlar, Türk isminin kaybolmaması endişesiyle faaliyetlerine yön veriyorlar. Düzenli olarak yaptıkları “edebiyat saatleri” programına ilave olarak, 1947’den bu yana Türkiye’den Kubbealtı’nın müzikal alandaki katkılarıyla her yıl düzenledikleri şenliklerle Türk folklor kültürünü canlı tutma gayretindeler.

Türkiye’nin destek ve yardımına ihtiyaçlarını, “çocuğun annesine muhtaç oluşu” olarak dile getiren dernek yetkilileri tarafından Struga’da dile getirilen kadın din eğitim uzmanı eksiği burada da bir kez daha dile getirildi. Türk belediyelerinin bu bölgedeki yardımlarını kendileri yok sayılarak Arnavut Müslümanlarla işbirliği içinde yapmalarına kırılıyor ve hatta kızıyorlar. Bu tür çalışmaların Türkler kanalıyla yapılmasının buradaki Türk varlığını güçlendirecek olmasının altını çiziyorlar. “Bize Türkiye sahip çıkmazsa kim sahip çıkacak” sorusunu yüksek sesle dile getirerek tüm Türklerin duymasını istiyorlar.  Zira kendi içlerinde artık açığa çıkmış bir Arnavut-Türk çatışması devam etmekte ve oradaki Türkler bir varlık mücadelesi için Türkiye’ye ihtiyaç duymaktalar.

Türklerin pek çok sorunu olduğunu Türkiye’den bu bölgelere gidenlerin kendilerini dinleyip sadece tutmayacakları sözler verdiklerini ve bu yüzden de artık kimseye güven duymadıklarını ifade ediyorlar.

Ayrıca yaşadıkları ekstra örnekler durumlarının ne kadar zor olduğunu da göstermiş oldu. Mesela; MATUSİTEB yönetim kurulu üyesi olan Yıldız Ali Hanım  geçen sene Türklerin yaşadıkları sorunları dile getirmek amacıyla Türkiye’den Struga’ya gelen bir tv kanalının yaptığı programa, davet edilmesine karşın, kılık-kıyafetinden ötürü kabul edilmediğini ifade etmesi başörtü yasağının nasıl bağnazca yurt dışına kadar taşındığını göstermesi açısından bizi hayrete düşürürken bir taraftan da utandırdı.

Yine de Türk kadınlarının örgütlenmesinde etkin bir isim olan Hafıza Recep Hanım’ın Ohri belediyesinde tek Türk kadın meclis üyesi olarak görev yapması, bazı müdürlüklerde ilk kez Müslümanların görev alması bu toplumda normalleşme sürecinin zorda olsa başladığını göstermesi açısından umut vericiydi.

                                                 İki Kimlikli Şehir: ÜSKÜP

Yahya Kemal Beyatlı’nın,

“Üsküp ki devamıydı Şar Dağı”nda Bursa”nın
Bir lale bahçesiydi, dökülmüş temiz kanın
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.”

Dizelerinde olduğu gibi camileri, köprüsü, hamamları, çarşılarıyla tipik bir Anadolu şehrine benzeyen Makedonya’nın başkenti olan Üsküp’ü Vardar nehri ikiye bölüyor. Bu sadece fiziki bir bölünmeden ziyade Üsküp kalesinden de kolayca görüleceği üzere kültürel ve dini hayatın farklılığını gözler önüne seren bir bölünme. Kalenin sol tarafında bulunan eski Üsküp’te Türkler ve Müslüman Arnavutlar yaşamakta. Bu bölgede gezerken kendinizi ülkenizde gibi hissetmeniz sokaklarında Türkçe konuşarak gezinmeniz çok mümkün. Genel olarak Makedonya’da bulunan Müslümanlar Türk TV’lerini izliyor, Türk siyasi hayatını ve hatta Türk futbol takımını yakından takip ediyor.

Kalenin sağ tarafında bulunan ve köprünün karşı tarafı diye tanımlanan bölgede ise Modern binalar ve alışveriş merkezleri ile dikkat çeken Makedonların yaşadığı yerler var.
Bu iki yakayı birbirine bağlayan Osmanlıdan kalma taş köprünün restorasyon bahanesiyle kitabesi sökülmüş böylece Osmanlı izlerine bir darbe de buradan vurulmak isteniyor.  Oradaki Türkler eserlerine sahip çıkma noktasında imkânları az da olsa çok gayretliler. Ancak bu çalışma da Türkiye’nin himayesine muhtaç durumda. Osmanlı kimliğinin muhafaza edilmesi birilerini rahatsız ediyor olması Balkanlarda çok sık görülen bir durum. Hatırlayınız yaşanan tüm savaşlarda kişiler hedef olduğu kadar tarihi yapılar da yok edilmeye çalışılmıştı. Bu vb örnekler bir arada yaşayan farklı dini kesimlerin gerginlikler azalsa da birbirine güven duymasının önündeki en büyük engel.

Üsküp’te gezdiğimiz süre içinde ezan seslerinin çan seslerine karışması buralarda alışılmış bir durum gibi görünse de bundan rahatsız olanların varlığını bu ve benzeri olaylar teyit etmektedir.

                               İyi Günde Kötü Günde Yardımlaşma

13 Ekim Cuma günü Üsküp’ün fakir mahalle sakinlerine dağıttığımız Ramazan erzak paketleriyle şehri bir de bu gözle tanıma fırsatını bulduk. Bu topraklarda yaşanan ihtiyacın sadece gıdadan oluşan yardım kolileri ile sınırlı kalmayıp, Türk halkı ve Türkiye Cumhuriyeti’nden gelecek hiçbir yardıma yüz çevirme lüksüne sahip olamayacak kadar çeşitlilik arzettiğine şahit olduk.

                                          Makedonya Sizleri Bekliyor

Makedonya’dan ayrılmak üzere geçtiğimiz güzelim Üsküp şehrinde ecdadımızın yaptırdığı eserlerin hala dimdik ayakta durarak kendilerine sahip çıkacak genç nesli selamlamaları bizlere daha yapacak çok işimiz olduğunu adeta haykırıyordu. Bizleri tarihi ve kültürel bağlarımız, mimari ve estetik anlayışımız akrabalarımız ve din kardeşlerimizle bekleyen Balkan ülkelerinden sadece biri Makedonya. Sırtımızı dönemeyeceğimiz kadar bizden, uzak kalamayacağımız kadar sıcak, bigane kalamayacağımız kadar ihtiyaçlı, bana ne diyemeyeceğimiz kadar güzel, Bursa gibi, Edirne gibi, İstanbul gibi Türkiye gibi memleketimiz, memleketimiz gibi kutsal bir bölge.

Bizleri beş gün boyunca güler yüzle misafir eden, ihtiyaçlarımızı gideren başta El-Hilal Başkanı Sayın Behicüddin Şahabi ve eşi Leyla Hanım, ardından El-Hilal kadınlar kolunda görev yapan Semra, Nermin, Sezen, Sadiye, Melek, Bahriye, Kadriye ve tüm dostlara kucak dolusu saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.

Önceki Yazı

Wise Temsilcisi Daisy Khan Hazar’daydı

Sonraki Yazı

İran; Medeniyetlerin Kavşak Noktası

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir