Kürt Kadın Hareketi: Üçüncü Dalga Kadın Hareketine Türkiye’den Bir Örnek

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE KADIN HAREKETİ
-VI-

Prof. Dr. Ömer ÇAHA / 25 Aralık 2010

Ana hatlarıyla Kürt Kadın Hareketi nedir, nereden çıktı, arka planında neler var, temel söylemleri nedir?

Kürt kadın hareketinin politik arka planında üç önemli hareket var:

Kürt Kadın Hareketi Sol Karakterlidir

Kürt kadın hareketini geliştiren “Politik ve militansı kadınlar”, büyük ölçüde 1970’lerde sol hareket içinde yetişmiştir. 1970’lerde sol hareket, büyük ölçüde Kürt hareketi üzerinden gelişen bir seyir izlemiştir. Sol’un belki de en önemli söylemlerinden bir tanesi mazlum halklar söylemidir. Mazlum, ezilen halklar denildiği zaman, büyük ölçüde Kürtler ya da köylüler akla gelir. Sol, 1970’lerde kadını merkezine alan ve kadınla beraber yol alan bir hareketti. O bakımdan Sol, etnik harekette büyük ölçüde kadını merkezine alarak ilerleyen bir hareket oldu ve burada kadınlar önemli ölçüde politize oldular.

Dolayısıyla Kürt kadın hareketinin politik arka planına baktığımızda, bu Sol hareketlerin izlerini görebiliriz. 1970’lere kadar feminist platformda olduğu gibi, Kürt kadın hareketi de politik ve militan bir hareket kazandı. Feminist harekette olduğu gibi burada da “Erkeksi kadın” tipi diyebileceğimiz bir kadın tipi oluştu. Kürt kadınlar için de cinsiyet arka plandadır, herkes militandır, herkes politik görüntüye sahiptir. Sol harekette “Bütün kadınlar bacım”, “Ülkem ve bacım” söylemi çok hâkimdir. Kürt kadınlar için de bu geçerli bir söylemdir.

Kürt Kadın Hareketi Etnik Bir Harekettir

1980 sonrası, PKK’yla beraber ortaya çıkan etnik hareket içerisinde Kürt kadınlar etnik bir bilinç ve politik bir karakter kazanmışlardır. Daha önce ezilen mazlum halklar söylemi üzerinden sol ve emekçi sınıfı hedef alan bir söylem varken, bu defa doğrudan doğruya Kürt etnisitesi üzerine gelişen bir söylem söz konusu oldu. Bu Kürt hareketi gerek şiddet boyutuyla, gerek siyaset bilgileri itibariyle kadınların kamusal alana çekilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Özellikle 1991’de kurulan ilk parti HEP, kadınların siyasete girmesinde önemli bir rol oynadı. Kadınları da deyim yerindeyse politize ederek, onlarla beraber ve onlar üzerinden kendisini kamusal alanda ifade etmeye çalıştı. PKK’da kadın meselesine çok ciddi bir şekilde el attı.

Mesela, Türk kamuoyu açısından fazla bilinmiyor ama Abdullah Öcalan’ın kadının kurtuluşuyla ilgili yazdığı kitapta kadın ciddi bir şekilde yüceltiliyor. Abdullah Öcalan ve PKK Kürt kadınına, kadın kimliği üzerinden bir misyon yüklemiyor. Aksine Kürt kurtuluş davasına hizmet edecek, erkeklerin yandaşı olan, yoldaşı olan bir kadın kitlesi oluşturuluyor ve bu kitlenin geleneksel ve dini değerlerden arınması, politik bir karakter kazanarak militanlaşması amaçlanıyor. Böyle bir politik kadın üzerinden Kürt hareketinin gelişebileceğini, dolayısıyla Kürt kurtuluş hareketinin başarıya ulaşabileceğini düşünüyorlar.

Roza Dergisi’nde kadınların bu etnik mücadelede nasıl politikleştiğini gösteren şöyle bir alıntı var: “Cezaevi kapılarında çocukları, kızları, oğulları, eşleri, ağabeyleri için bekleyen kadınlar önce askerle sonra da devletle yüz yüze geldiler. Devletle yüzleşmeleri zaman içerisinde onları politize etti. Cezaevi kapılarında politikleşen sadece analar değildi; eşler, çocuklar, kız kardeşler, 19 yıl önce henüz bebekken babasını ya da annesini cezaevinde ziyaret eden çocuklar bugün militan politika yapıyor. (Bu 1997- 1998’de oluyor.) Analar çocukları cezaevinden çıkmış olsalar da artık meselenin kendi çocuklarıyla sınırlı olmadığını öğrendiler.” Dolayısıyla dava içerisinde olan, ölen, dağa çıkan cezaevinde yer alan adamların yakınları olan kadınlar doğal olarak bu süreçte bir mağduriyet yaşadılar ve ister istemez onlar da erkeklerden boşalan yerleri doldurmaya başladılar, böylece politikleştiler.

Kürt Kadın Hareketi’nin Politik Arka Planında Feminist Hareket Var

1980’lerde feminizmin gelişmesiyle beraber, bunların bir kısmı bu hareketin bir parçası olarak feminist hareketin içinde yer aldılar ve burada da politikleştiler. Feminist hareket içerisinde edindikleri söylem, cinsiyet kimliği oldu. Roza dergisinde “Oralarda Kürt kimliğimiz varken kadınlığımız güme gidiyordu. Yaşadığımız cinsiyetçi baskıdan söz etmek bile kimi zaman lüks bulunuyordu. Zamanı değil, büyütüyorsunuz diyerek sorunlarımızı ertelememiz isteniyordu. “ diyerek Kürt kimlik hareketinin aynı zamanda kadın hareketinin gelişmesini nasıl bastırdığına işaret edilir. Etnik hareket, bu harekete etnisiteyi bir sorun alanı olarak gösterirken feminist hareket de cinsiyeti bir sorun alanı olarak öğretmiştir. Dolayısıyla feminist hareket içinde cinsiyeti ve cinsiyet sorununu keşfettiklerini söyleyebiliriz.

Kürt Feminizmi; Sol, Etnik ve Feminizmin Harmanlaşmış Halidir

Kürt kadın hareketi; sol hareket, etnik hareket ve feminizm olmak üzere üç tane politik arka plandan beslenmektedir. Aslında Kürt feminist hareketi, büyük ölçüde bu üç ideoloji ve söylemin harmanlanmış bir biçimidir. Kendilerini ortaya koyuş biçiminde etnik ve feminist kimlik çok daha baskındır. Ancak, genel olarak bu etnik hareket sol karakterli bir harekettir. Sosyalist ve Marksist temeller üzerinden gelişmiştir. Söylemi de odur ve büyük ölçüde o olmaya devam etmektedir. Muhafazakâr ya da dini bir bağı yoktur. Fakat zaman zaman dini konuları onlar da kullandılar ama aslında dini, bir tehdit unsuru olarak görürler.

Müslüman kardeşliği söylemi bu etnik hareket içerisinde çok kötü karşılanır. Çünkü Müslüman kardeşliği söylemini, Türklerin Kürtler üzerindeki hâkimiyetini pekiştiren bir olgu olarak görürler ve bunu bir tehdit olarak algılarlar. O bakımdan PKK’nın anlayışının temelinde toplumu dinden arındırma vardır; toplumu dinden ve bütün o bağlayıcı değerlerden arındırarak Kürtleri kurtarmaya çalışırlar. Tüm bunlara rağmen dindar tabanın bu Kürt harekete yaklaşması kanaatimce devletin yanlış politikalarıyla bağlantılıdır. Devletin PKK’yla mücadelesinde halkın tümünü karşısına alması, masum insanları görmezden gelmesi, giderek Kürt meselesini geniş bir tabana dayandırdı. Devletin son 20- 30 sene içerisinde giderek söylemini Türkleştirmesi ve Türklüğün giderek etnik bir karakter kazanmasının da bunda rolü var.

Mesela Körfez krizi esnasında ya da Amerika- Irak savaşı esnasında Başbakanıyla, Cumhurbaşkanıyla, politikacılarıyla bizim bölgeye bakışımız tam anlamıyla etnik bir söylem üzerinden oldu. Bölgede “Bir soydaşlarımız var, bir de o çapulcu insanlar var” söylemini herkes kullandı. Türkmenler bizim soydaşlarımız, Kürtler, Talabaniler bunlar da daha yarı insan! Medyada böyle lanse edildi. İktidar da bu hatayı çok yaptı. Kürtçü olması gerekmez, bu tutum bütün Kürtler için rahatsız edici oldu. Bugün BDP’nin aldığı oy, %5.6 – %5.7 civarındadır.

Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de yaşayan Kürt nüfus %20, yani 15 milyon civarındadır. BDP, bu Kürtlerin üçte birinin desteğini bile henüz alabilmiş değil. PKK süzgecinin dışında duran Kürtler de genel olarak dindar Kürtler. O anlamda PKK’nın dindar tabana daha tam olarak nüfuz edemediğini söyleyebiliriz. Kürt olmak, Kürt olma bilincine sahip olmak farklı şeyler ancak PKK etrafında kenetlenmek çok daha farklı bir şey. Bunları birbirinden ayırmak lazımdır.

Kürt Feministleri Türk Feministlerinden Ayrılıyor

1990’lara gelince; 90’ların başından itibaren, Kürt feminist kadınlar genel olarak feminist hareket içinden ayrılmaya başlıyorlar. Ayrılmalarının nedeni ise 8 Mart ve benzeri etkinliklerde kendi dillerinde dövizler, pankartlar taşımak istemeleri. Fakat buna Türk feministleri izin vermiyor. Bu giderek aralarında çatışma unsuru olmaya başlıyor. Bunun üzerine 90’lı yılların başında itibaren Kürt Kadın Hareketi’ni başlatan kadınlar genel olarak feminist hareketten ayrılmaya başlıyorlar.

Konuyu Roza Dergisi şöyle özetliyor: “Türk kadın hareketiyle yaşadığımız sorunlar da bizi ciddi biçimde etkilemişti. Sadece kadınlığımızı onlardan farklı biçimde yaşıyor oluşumuz değildi problem. Taşıdığımız ulusal kimlik kadınlığımızın rengini değiştiriyor, talep ve hedeflerimizi farklılaştırdığı gibi mücadele araçlarımızı da kimi zaman farklı kılıyordu. Asıl sorun onların bizi, evrensel kadın kimliği adına kendileri içinde eritme, yok sayma, görmezlikten gelme politikalarıydı. Biz kadındık, cinsimizin tüm ezilmişliğini yaşıyorduk ama Kürt kimliğimizle vardık. Tüm Bunlar, Türk kadınlarının çıkarttığı dergilerde kendimizi ifade etmemizi engelliyordu.”

1996 Kürt kadınları için bir Rönesans dönemidir. Rönesans, çünkü 1996’da kadınla ilgili Kürt cephesinde çok sayıda kuruluş ortaya çıkmıştır. Ziyan Kadın Kültür Evi oluşturuldu. Kürt Kadın Vakfı, Kadın Kültür Merkezi, Cumartesi Anneleri, Barış Anaları, Gökkuşağı gibi oluşumlar ortaya çıktı. Bunlar, Kürt ve kadın kimliği üzerinden çalışan unsurlardı. Özellikle Cumartesi Anneleri; 1990’lı yılların ortalarında epey popülerdiler. Sonuçta kadınlar burada eylem yaparken aynı zamanda politik kimlik ediniyordu. Buradaki kadınların hepsi eğitimli, kültürlü kadınlar da değil hatta ileri yaşlarda daha okuma yazması bile olamayan kadınların bu hareket içerisinde nasıl politikleştiğini hep beraber gördük.

Dergiler

1996 senesinde ilk defa Kürt Kadın Dergisi olarak Roza Dergisi çıktı. ‘Roza’ adını ise Rosa Luxemburg isimli Yahudi asıllı Polonyalı, Sol hareket içinde çok önemli bir sembol olan kadından almıştır. Hem Yahudi, hem sol kimliğiyle ön plana çıkmış bir militan kadın… Yanılmıyorsam etnik kimliğinden dolayı Almanlar tarafından öldürülmüştü. Rosa’yı seçmelerinin nedeni ise çoklu zulme maruz kalmış bir kadını sembolize etmesidir. Roza’dan sonra “Jujin” isimli bir dergi çıkıyor. ‘Jujin’; Juji kirpi, jin ise Kürtçede kadın demek. Burada dil üzerinden bir sembol geliştirilerek, masum ama gerektiğinde kendini savunabilen bir kadın imajı tasavvur ediliyor.

Ardından; JinûJîyan, Kadın ve Yaşam, Yaşamda Özgür Kadın, Özgür Kadının Sesi, Kadının Kurtuluşu gibi dergiler de çıkıyor ama bunlar daha çok PKK çizgisinde olan dergiler. PKK çizgisindeki dergilerde tamamen militan bir kadın misyonu var; silahla mücadele eden, dağda ölen kadın. Fakat bu kadın görsellerinde ya özel olarak bir takım figürler kullanıyorlar ya da çok güzel alımlı, boylu poslu silahlı kadınları kahramanlaştırıyor, böylece kadınları davanın içine çekmeye çalışıyorlar. PKK çizgisindeki dergilerde genellikle böyle bir yaklaşım var.

Kendisini feminist olarak nitelendiren ve aynı zamanda da PKK’yla söylemlerinde, yazılarında çatışan ve PKK tarafından dışlanan bir takım dergileri analiz ettim. Bunların en önemlisi Roza’dır. Roza dergisi PKK tarafından çok baskı görüyor, tehdit ediliyor. Sonuçta Roza’yı çıkaran Fatma Kayhan isimli kadın kaçıp Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Derginin sembol ismi olan Fatma Kayhan, 1930’ların Nezihe Muhittin’i gibi bir kadın. Çok kültürlü, çok iyi bir eğitim almış, Almanya’da uzun süre yaşamış biri. Dergi üç-dört sene devam etti, fakat sonra dergiyi kapatmak zorunda kaldılar ve kadın da Almanya’dan dönmedi.

Roza dergisinin PKK’dan Kürt Hareketinden ayrışan bir kadın kimliği var. Orada PKK’dan dolayı ulusal mücadeleye destek veren değil, kadın hakları için mücadele eden bir kadın yaklaşımı var. Dolayısıyla bu durum bölücülük ve ayrışma olarak görülmüştür. PKK tam anlamıyla Kürtlerin Kemalist hareketidir. Kemalizm solculara nasıl yaklaşıyorsa, nasıl tek tipleştirmeye, homojenleştirmeye çalışıyorsa PKK ve BDP’de aynı şeyi yapıyor.

Dergilere hâkim olan söyleme baktığımızda, çok yönlü bir mücadele alanı içinde olduklarını görüyoruz. Bir -iki tanesi devletle mücadele ediyor. Devletin resmi eğitim dili, genel olarak bölgeye dayattığı politika, devlet kaynaklı bölgede yaşanan cinsel tecavüzler –korucuların tecavüzleri-dergilerin konuları arasında. Korucuların gerçekleştirdiği tecavüzler sonucu faillerin mahkemelerde serbest bırakılması dergilerde çokça eleştiriliyor. Bu dergilerin mücadele alanlarından biride koruculuk sistemidir. Koruculular gerçekten devletin desteğini arkalarına alarak terör havası estiriyor.

Bir taraftan bununla, diğer taraftan Kürt toplumunun patriarkal diye ifade ettikleri geleneksel değerleriyle mücadele ediyorlar. Ayrıca Türk feminizmiyle ve PKK ile yani etnik hareketle mücadele ediyorlar. Kısaca kadınlar bu dergilerde, Kürt erkeği ve Türk kadını üzerinden kendi kimliklerini inşa ediyorlar. Kürt erkeğini patriarkal değerlerin temsilcisi, Türk kadınını da bu devletin Kürt halkı üzerindeki hegemonyasının bir aracı, bir şubesi olarak görüyor ve ikisine karşı da mücadele ediyorlar. Dergide Kürt erkeklerini şöyle eleştiriyorlar;“Kürt erkekler Türk devletinin köleleri, fakat biz bacılar ise kölelerin kölesiyiz.”

Kadınlık Mı Etnik Kimlik Mi?

Kürt kadınlarının çıkardığı üç dergiyi analiz ettiğimde gördüm ki; Kürt kadınlarında kadınlık, etnik kimliklerinin önünde geliyor. Bunu da şöyle ifade ediyorlar: “Bir Kürt kadını olarak diyorum ki hayatımızı karartmaya ve istediği gibi yönlendirmeye çalışan ilkel gelenek ve göreneklerinizi reddediyor ve bunları yapan Kürtleri sevmiyorum. Silahlarla kendinizi er yaptığınız ve yaratığınız tüm savaşları reddediyor ve eli silahlı Kürtleri sevmiyorum. Kadınları mal gibi gördüğünüz için ve üç- dört kadınla evlendiğiz için sizleri reddediyor ve bunu yapan Kürtleri sevmiyorum. Devrimci, ilerici, solcu kılıklarına bürünüp kadınları kullandığınız için, tertemiz duygularını sömürdüğüz için sizleri reddediyor ve bunları yapan Kürtleri sevmiyorum. Nejla’lara yaklaşacak dünyaları kurmaya çalışan Kürt kadınlarını seviyorum.”

Nejla, 14 yaşında bir korucunun tecavüzüne uğramış bir kız çocuğu. Davası mahkemeye intikal ediyor ama korucu affediliyor. Burada bu korucu üzerinden bütün Kürt erkeklerine meydan okuyucu bir söylem var. Ancak bu meydan okuma bununla da sınırlı değil. Dergilerde, etnik hareket içerisinde yer almış Kürt erkeklerine karşı zaman zaman çok sert eleştiriler var. Roza dergisi, Kürt hareketiyle karşı karşıya gelen bir söylem kullandığı için, BDP çizgisi tarafından protesto ediliyor ve kimsenin dergiyi almaması sağlanıyor. Dergi dört sene devam ediyor sonra kapanıyor, dergiyi çıkaran kadınların bir kısmı yurt dışına çıkmak zorunda kalıyorlar.

 

Türk Feministlerine Eleştirel Yaklaşımları

Türk kadınlarını kendilerini ezen ulusun kadınları olduğu için eleştiriyorlar. Mesela Jujin dergisinde; Türk feministlerine hitaben yazılmış, Kolonyalist Türk Feminizmi başlıklı bir yazı var. Orada şöyle deniyor “Senin sana benzemeyen, senin gibi olmayanlarla bir arada farklılıklara rağmen eşit yaşayamama problemin var. Tam bir egemen erkek edasıyla Kürt kadınını özne olarak değil nesne olarak görüyorsun. Becerebilirsen komşularını tanımaya çalış. Çünkü ben senin onlardan öğreneceğin çok şey olduğuna inanıyorum.

Mesela kendi coğrafyalarında senin dilini kullanma ihtiyaçları olmadığını, kendisiyle Kürt erkeği arasındaki uçurumun senin dilini bilmemesinde yatmadığını, asıl uçurumun a) Egemen ulusun, b) Egemen cinsin yarattığı uçurumlar olduğunu; asıl korkularını köylerinde, şehirlerinde Türkçe konuşan yeşil elbiseli, postallı askerlerin varlığının, sokaklarındaki tankların olduğunu, korkulu rüyalarının komşu kızının başına geldiği gibi, bir gün kendilerinin de tecavüze uğramak olduğunu, sana benzemeden kendi kimliğiyle yaşamak istediğini… Duyacaksın.” Jujin dergisinde, Kürt kadınlarının Bosnalı kadınlarla özdeşleştirilmesi çok yoğun işlenen bir temadır. Bölgedeki Türk askerlerini Sırp askerleriyle özdeşleştiren, korucuları da kendi halkına ihanet edenler olarak telakki eden bir anlayış çok baskındır.

GAP Bölgesinde 1995 yılında, Çok Amaçlı Toplum Merkezleri(ÇATOM) kadınlara ve kızlara yönelik faaliyetlere başladı. Bölgedeki illerin hemen hemen hepsinde, bu merkezler Kürt kadınlarına yönelik okuma yazma eğitimi veriyor, dikiş, nakış, el sanatları ve gelir getirici meslekleri öğretiyorlar. Kürt feministler bunlara çok şiddetle karşı çıkıyor çünkü ÇATOM’ları bir nevi Sivil Toplumları asimile edici bir araç olarak görüyorlar. Bunlar diyor ki, “Devlet erkekleri askere alarak, eğitim kurumlarına, kamusal hayata, ticarete çekerek asimile ediyor. Asimile edemediği sadece kadınlardı ve Kürt dili de kadınlar aracılığıyla yaşanıyor ayakta kalıyordu. Şimdi devlet ÇATOM’lar ile o kaleyi de yıkmaya çalışıyor.”

Diğer taraftan; Türk Feministlerin çıkardığı Pazartesi Dergisi, ÇATOM’larla ilgili özel bir sayı yapıyor ve ne kadar önemli faaliyetler yaptığını anlatıyor. Feminist jargonda; kadınların eğitim alması, belli bir mesleği icra edecek hale gelmesi kadının kurtuluşu açısından çok önemli. Bu bakımdan Pazartesi Dergisi ÇATOM’ların Kürt kadınlarını aileden, erkek egemenliğinden kurtardığını, okuma yazma öğretmekle, meslek öğretmekle ayaklarının üzerinde durmasını sağladığını söylüyor. Fakat Kürt kadınları tam tersi, ÇATOM’un bir asimilasyon aracı olduğunu düşünüyor. Tabii temel mücadele ana dilde eğitim başlığıyla veriliyor. O bakımdan ana dilde verilmeyen her tür eğitimleri bunlar şiddetle reddediyor. “Zaten bölgede herkes Kürtçe konuşuyor, Türkçe eğitim almaya bu anlamda ihtiyaç yok. Türk dili üzerinden yürüyen bir eğitim erkekleri asimile ettiği gibi kadınları da asimile etme tehlikesi taşıyor.” diyerek karşı çıkıyorlar.

Türk feministleriyle yaşanan bir başka polemik konusu, Kürt kadınlarının sorunlarının duyulmaması yönünde gelişiyor ve dergilere şöyle yansıyor: “Ezilen halkın kadınlarının sistemin üstün ve özlü yanını göz ardı ederek sadece cinsiyetçi ayağına dönük mücadelesi hemcinsleri olan biz Kürt kadınlarının asker postalı altında uğradığı tecavüzlerin, cinsel tacizlerin görülmemesi, duyulmaması ve konuşulmaması gibi koyu bir dilsizliğin yaşanmasına yol açıyor. Kadın kurtuluş mücadelesini biraz daha sağlam temellere oturtmak, egemen olan tüm erkek ve söylem tarzlarından arınmaktan geçiyor. Ezilen halkın kadın savaşçılarının yüreklerinin tüm ezilmişliklere kadınca açmalarını öneririm. Orada yüreklerimizin aynı dili konuştuğunu göreceksiniz.”

 

Kısaca Kürt Kadın Hareketinin Beş Temel Söylemini Şöyle Toparlayabiliriz:

Annelik kurumu önemli:

Bizim İslam temelli inancımıza göre de annelik kutsaldır. Neslin devamını sağlar, yetiştirir, eğitir. Burada da anne ulusun devamını sağlayan bir kanaldır. O bakımdan annelik kurumunu çok yüceltirler ve hatta anneliği tanrıça gibi telakki ederler. Anne tanrıça söylemi çok baskındır onun için çok yazılır, çizilir. Kadın ve kadın bedeni ulusal kimliğin, ulusal varlığın sürekliliğini sağlayıcı bir özellik taşıyor. Türk feministlerinde annelik aşağılanan ve eleştirilen bir değerdir: Patriarkal kültür, kendisini annelik değeri üzerinden, annelik kurumu üzerinden yeniden üretiyordur. Bunları Türkfeministlerden ayıran önemli noktalardan birisi bu annelik meselesidir.

  1. Kürt kadınları beden konusuna farklı yaklaşıyor. Feminist jargonda “Bedenimiz bizimdir” söylemi çok önemlidir. Genel olarak; feminist anlayışta, kadın bedeni patriarkal kültür içinde erkeğin egemenliğine verilmiştir. Bedenin kimin tarafından kullanılacağı, kimin bedene hâkim olacağını sorunsallaştırılır. Aslında modernleşme kadın bedenine hükmetmeyi de beraberinde getirir. Mesela son zamanlarda kolonyalist ve post kolonyalist teorilerde, kadın bedenine kim hükmedecektir söylemi önemli bir yer tutmaktadır. Batılılar başka ülkelere gittikleri zaman kadın bedenine aynen coğrafyaya hükmeder gibi hükmetmek isterler. Bir topluma her şeyiyle hâkim olmak kadın bedenine hâkim olmaktan geçiyor. İşte Kürt kadın politikalarında beden çok önemlidir. Bedenimiz sadece bizim, sadece bize hizmet eden bir şey değildir. Bizim bedenimiz aynı zamanda ezilen ulusa mensup, ulusun sürekliliğini sağlayan bir şeydir. Bu beden anlayışları dolayısıylaTürk feministlerinden belirgin bir şekilde ayrılırlar.
  2. Kimliğe farklı yaklaşımları var. Bunların kimlik anlayışı; tek başına kadın değil Kürt kadını, feminist değil Kürt feministi şeklindedir. Tam da üçüncü dalga feminizm çerçevesinde oluşmuş bir kadın kimliği anlayışları söz konusudur. Bu üç dergide de Amerikalı siyah kadın hareketinin öncülerinin yazılarını alıp sık sık tercüme ediyorlar. Amerika’da beyaz batılı kadının siyahî kadını, kadın olarak algılamadığını, beyaz batılı kadın bilincinde beyaz olmak kadınla, siyah olmanın da erkekle özdeşleştiğini ve kadınlardaki narinlik, zarafet gibi değerlere sahip olmadıklarınıTürk feministlerin de kendilerine böyle yaklaştığını söyleyip eleştirirler.

Kolonyalist mantığa dayalı olarak Kürt kadını kendini tanımlar. O, tek başına, kadın kimliğiyle değil aynı zamanda başka bir şeye ait olan bir kadındır. Dolayısıyla ikili bir kimlik anlayışı söz konusudur.

  1. Doğum kontrolüne karşı çıkarlar. Feministlerde doğurganlık çok eleştirilen bir konuydu. Mesela, 1980’lerde feministler anneler gününü protesto etmişlerdi. Onlara göre annelik kurumu kadınların ezilme alanıdır. Böyle bir gerekçeyle doğurganlığı protesto ediyorlar. Kürt Feministlerde ise doğurganlık /doğum ulusal sürekliliğin devamı için çok önemlidir. Bu bakımdan doğum kontrolüne ana rahminde soy kırım derler.
  2. Ana dilde eğitim önemli. Eğitim meselesi de yine çok önemli bir başka konudur. Onlara göre; Türk diliyle sürdürülen eğitim, kadınları asimile etmektedir, bu bakımdan kabul edilemez. Eğer kadınları eğiteceksek bunları anadil üzerinden eğitmemiz gerekir.

 

Hazırlayan: Hatice Polat

Not: Bu metin Prof. Dr. Ömer Çaha’nın 25 Aralık 2010 tarihinde Hazar Derneğinde verdiği “Kürt Kadın Hareketi” başlıklı sunumunun tarafımızca yapılan özetidir. Kaynak göstermeden alıntılanması ve yayınlanması yasaktır.

 

 

Önceki Yazı

Fas Raporu

Sonraki Yazı

Osmanlı’da Kadın Hareketleri

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir