“Kudüs Hatıratımdır”

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
 21-24 Haziran 2014

Bir gezginin not defterinden…

Bu yıl kurs biter bitmez umreye niyet etmiş, ailece gitmeyi planlamıştım. Hatta grubumuz bile belliydi. Zaman yaklaştı ve gideceğimiz grubun ayarladığı otelin çocuklarla birlikte umre yapmak için uzak olduğunu öğrendim. Eşimle istişarelerim sonucunda gidemeyeceğimize karar verdik. Tabi içimde bir burukluk var. Tam bu sıralarda Hazar Derneği’nin Kudüs gezisi ile ilgili mail aldım. Önce benim için çok uzak bir ihtimal gibi geldi.  Çünkü çocuklarımı bırakıp gidemem diye kodlamışım hep kendimi. Ama kısa bir süre sonra neden olmasın diye düşündüm ve her şey bu düşüncemle birlikte başladı. Kudüs beni gerçekten çağırdı. Buna şimdi daha çok inanıyorum. Çünkü süre kısaydı ve pasaportum dahi yoktu. Evrak işleri dahil pek çok şeyle ilgilenmem gerekiyordu. Ama her şey çok kolay ve çabuk oldu, buna eşimi ben yokken çocuklara bakmaya ikna etmem de dahildi. Bana artık Kudüs için heyecanla beklemek kalmıştı. Gerçekten çok heyecanlıydım. ,
Kudüs…
Mukaddes belde, Müslümanların ilk kıblegahı ve yüce Rabbimizin sevgilisini katına çağırdığı Beyt-i Makdis’i yani Mescid-i Aksa’yı kalbinde barındıran kadim arz… Tur programımızda sabah ve yatsı namazlarımızı Mescid-i Aksa’da kılabileceğimiz belirtilmişti. Bu heyecanımı katlamakla birlikte oraya girip giremeyeceğimiz hakkında kafamda belirsizlikler vardı. Aynı şekilde güvenlik sorgulaması sebebiyle havaalanından ilk geçişlerimiz hakkında da tereddüt yaşamaktaydım. Çünkü daha önceki yıllarda İsrail’in güvenlik sebebiyle bazı insanlara uyguladığı bir takım usulsüz arama şekilleri ve geciktirmeler hakkında duyumlar almıştım. Gitmeden önce bilgiye dayalı ve tarihi bir okuma yapmamaya karar verdim. O ana kadarki bilgilerimle daha yalın bir zihinle gitmek istiyordum. Çeşitli okumalar yaparsam bunun Kudüs ve Filistin topraklarına ziyaretimin kalbi ve hissi boyutunun ulaşabileceği nihai sınıra mani olacağını düşünmüştüm. Henüz dokuz yaşında olan büyük oğlum Filistin topraklarındaki karışıklık ve güvensiz ortam sebebiyle gitmemi istemiyordu ve oldukça endişeliydi. Onu ikna etmem epey zaman aldı hatta tam olarak ikna edemeden bu karmaşık duygu ve hissiyat içinde havaalanına geldim. Burada grubumuzla buluştuk, Kudüs’e ziyaretimizin makbul ve mebrur olması hepimizin tek duasıydı. Güvenlik sorgulamasından sorunsuz geçebilmek için dua ettik, rehberimizin uyarılarını dinledik ve nihayet Tel Aviv havaalanındaydık. Elhamdülillah rutin kontrollerimizde bir sorun olmadan bize rehberlik edecek Filistinli güzel insan Muhammed Abi ve Cemil’le buluşarak tur otobüsümüze yerleştik. 

Hiç bir zaman İsrail olarak kabul edemeyeceğim Filistin topraklarına ayak basmıştık. İlk günkü seyahat programımız, Yafa civarında şehir turu yapmak ve bu bölgedeki Osmanlı eserlerini ziyaret etmekti. İkinci Mahmud Zamanı’ndan kalma Mahmudiye  Külliyesi ve meydandaki saat kulesi bizi ilk karşılayan ve kendimizi vatanımızda gibi hissettiren iki önemli yapı oldu.

Mahmudiye külliyesi vakıfnamesi mermere kaydedilmiş haliyle buranın asıl sahibinin kim olduğunu tarihe anlatmak ister gibiydi. Dünyanın varoluşundan itibaren kurulu olduğunu daha sonra iliklerime kadar hissettiğim bu topraklarda oldukça anlamlı bir yapı ikinci Abdulahmit Zaman’ından kalma saat kulesi.
Bu bölge her ne kadar Osmanlı’ya bağlı eserleri, eski sanayi ve dükkanları barındırsa da sonradan kurulan modern şehir tarihi dokunun önüne geçerek sizin kadim ile ilişki kurmanızı zorlaştırabiliyor.
Yafa bir liman kenti ve burada Türkiye’nin Akdeniz bölgesini andıran bir hava var.Otobüsle civara bakarak Harem bölgesine yürüme mesafesinde olan butik otelimize doğru yola çıktık.
Artık Harem sınırları olan surların içine girme anı. Mescid-i Aksa‘yı ilk ziyaretimize kadar turistik bir gezide gibi hissediyordum kendimi. Ama ne zaman ki vuslat vakti geldi, kalbim sevgiliyi görmeye gider gibi pürtelaş olmuştu. Hep beraber sur içine doğru yürürken zaman değişti birden. Artık kadim zamanlardaydık. Sonra gelen hissiyat ise zamansızlık. Mescid-i Aksa denince çoğu Türk gibi aklıma ilk gelen resim Kubbetü’s-Sahra‘ydı. Mescid-i Aksa’nın 144 dönüm içinde yer aldığını bilmek, onu çok yakından göremeyeceğimi düşündürerek endişelendiriyordu beni.
Ama işte oradaydı ve Şam kapısından girdikten sonra  nazlı, süslü bir gelin gibi karşıladı bizi.

Kalbim Rabbimin bize gösterdiği bu ikramdan dolayı karmakarışık. İçimde davet edilmenin verdiği şanslılık hissi, huzur, sevinç ve bunu tam olarak doya doya sindirememenin verdiği hüzün, keder, kin, öfke ve nefret. Ki öfkemin sebebini ileride açıklayınca hepiniz bana hak vereceksiniz.
Merdivenleri çıksak hemen içine gireceğiz ama duvağını açmamız için bize şimdilik izin vermedi..  Daha vakti var, sabır gerek! Namaza yetişmek için başımızı süslü gelinden çevirir çevirmez başka bir güzel bizi karşılıyor. Kıble Mescidi. Yani Eski Aksa’nın temelleri üzerine yapılan kadim mescid. Ezanlar okunuyor ve o bir gelin edasıyla nazlanmak yerine ev sahibi olmanın kıvancı, izzet ve onuruyla bizi davet ediyor.

Kalbim yerinden çıkacak gibi,  çünkü telaştayım, hangisine bakacağıma şaşırmış bir vaziyetteyim. Sevgililer sevgilisinin miraca çıkarak misafir edildiği yerde müminin miracı olan namaz için misafir edilme şerefine erişmek üzereyim. Ve… Kıble Mescidi’nde ilk namaz. Tarif edilmesi mümkün olmayan bir tecrübe.  Hz Adem’den (as) itibaren bütün peygamberlerin maneviyatlarının konuk olduğu zamansız ve mekansız bir boyut içindeki bu anların lezzetine, adını tam olarak koyamadığınız duygular karışarak bu lezzeti hak etmediğinizi size  hissettiriyor. Bu beldede kalbinize akan iki ana duygu kanalı var. İlki kadim dünyanın serüvenini anlatan Kur’an Kıssalarını size müşahede ile okutan doyumsuz bir haz. Ve hemen bu hazzı baltalayan kadim mirasa ve emanete sahip çıkamamanın hissettirdiği yürek yangını ve acziyet. Öyle bir acziyet ki bunun sebebini kin ve öfke ile her an burun buruna geldiğiniz ötekinde aramanıza engel oluyor. Âkif’in; “Ruhumun Senden, İlahi şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. Şu ezanlar ki -şehadetleri dinin temeli- Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli!” diye dile getirdiği duygu alev alev yakıyor ciğerinizi. Zira harem sınırlarına açılan on yedi kapısı var surların. Bu surlar Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılmış ve eski Kudüs’ün kalbindeki Mescid-i Aksa’yı çevreliyor.  Ama daha sur içine girer girmez her köşe başında tam teçhizatlı askerler karşılıyor sizi. Önce otelden mescide kadar uzanan sokakta görüyoruz onları. Belli yerlerde barikatlar kurarak bekliyorlar. Ve daha acısı harem sınırlarının giriş kapılarının her birinin önünde en az üç beş asker bekliyor. İzin verirlerse girebiliyorsunuz kendi mabedinize. Oldukça küstah ve tahakkümvari bir edayla ‘ancak bizim istediğimiz kadar soluk alabilirsiniz, ibadet edebilirsiniz ve hatta yaşayabilirsiniz’ hissini geçiriyorlar size. Bununla da kalmıyor. İçeride Efendimizi miraca yükselten kutlu bineğin beklediği yere atfen yapılan Burak Mescidi’nin dibinde burun buruna geliyorsunuz onlarla ve bir kez daha en büyük ibadetgahınıza yapılan tecavüz kalbinizi burarak yerle yeksan ediyor benliğinizi.

Burası Kıble Mescidinin hemen yanında yer alan Burak Mescidi. Askerler her an oradalar zira mescide açılan kapılardan biri olan Burak Kapısının anahtarını çalarak ele geçirmişler ve bu kapıyı kapalı tutuyorlar. İstedikleri zaman açıp mescide dalarak taciz ve şiddet uygulayabiliyorlar. Burak kapısının bulunduğu duvar; mescidi çevreleyen duvarların bir bölümü. Burası, Müslümanlar tarafından “Burak Duvarı ” olarak adlandırılıyor. Ama çoğu insan bundan haberdar bile değil. Çünkü vatansız ve mabetsiz Yahudiler tüm dünyaya ağlama duvarı olarak takdim ediyorlar bu duvarı ve kendilerine ait bir mabetmiş gibi algı oluşturmaya çalışıyorlar.
Rehberimizin verdiği bilgiye göre; İsrail’in sahiplenmesi ve Filistinliler’le aralarında çıkan anlaşmazlığa binaen Birleşmiş Milletler’in yaptırdığı araştırma sonucu, duvarın temellerinin ilk yedi sırası Romalılar dönemine, sonraki dört sıranın Emeviler dönemine ve en son katmanın da Osmanlı dönemine ait olduğu raporlanmış. Ama hiç bir rapor ve hiç bir Birleşmiş Milletler kararını tanımayan İsrail, işgalci zihniyetini devam ettirmekle kalmamış 1998 yılında Kudüs’ü başkent ilan etmiş. Her yıl miraç gecesine yakın zamanlarda mescit sınırlarında taciz ve yıldırma faaliyetlerine devam ederek kutlamalar düzenliyormuş.
Ağlama duvarı olarak adlandırdıkları duvarın üst tarafına doğru yükselen bu ucube yapı bile başlı başına ne kadar köksüz, işgalci ve korkak olduklarını göstermeye yeter diye düşünmüştüm görür görmez. Burası Burak kapısına geçmelerini sağlayan ne diyeceğimi bilemediğim heyula bir yığın. Yukarıdan istedikleri zaman istedikleri kadar askerle doğrudan Kıble Mescidine ulaşıyorlarmış.Biliyorum bu kadarını okumakla bile yüreğiniz kabardı. Bir de orada yaşayan Müslümanları düşünün. Her an bu psikoloji içindeler ve her biri Mescid-i Aksa’yı çevreleyen  Kudüs evlerinde çok zor şartlarda yaşıyorlar. Zira eğer evlerinden bir müddet ayrılsalar işgal ile en radikal yahudiler yerleştiriliyormuş. Bir kutlu görevi yerine getiriyor Kudüs’ün güzel insanları. Çok onurlu ve izzetliler. Mescidin bekçileri onlar. Burayı hiç boş bırakmamaya çalıştıklarını söylüyorlar mescidde tanıştığım Kudüslü güzel dostlar. Her evde mescide girme yasağı olan genç erkekler var. Ama kadınlar çocuklarıyla birlikte her gün gelip sahip çıkıyorlar Beyt-i Makdis’e. Bunlardan bir kaçı Halaa, Emine ve Latifa. Kalbimde beraber geçirdiğimiz anlarda biriktirdiğim duygulara bitişik olarak hatırlayacağım onları her zaman. Resimlerini kullandığım için umarım bana gücenmezler.
Ve işte Aksa’nın çiçekleri. Sürekli güvenlik tehdidi altında olmaları sebebiyle ilk başta verdiğimiz çikolataları bile yemekten çekindiler.  Bizi imtihana çekip  Fatiha’yı okuttuktan sonra ise hemen meleklerin safiyetine yakışan bir tavır sergileyerek dostluğumuzu kabul ettiler. 
Ey güzel çocuk! Senin gözündeki bu güçlü ve izzetli duruş, tepeden tırnağa silahlı İsrail askerlerini korkudan titretmeye yetiyor inan! Gerçi bunu sen benden daha iyi biliyorsun. Zira ben buradayım, sen ise her gün Aksa’da nöbet tutuyorsun.

Kıble Mescidi Burak duvarının önünde yer alıyor. Sabah, akşam ve yatsı namazlarını çoğunlukla orada kıldığımız ve benim sabah namazlarından sonra dinlenmek için otele dönmeyip kalarak vakit geçirmeye doyamadığım güzel ve izzetli mabed. Evet Kubbetü’s-Sahra gibi süslü değil ama çok onurlu ve kıvançlı. Kusurum varsa affolunmayı dileyerek Kubbetü’s-Sahra’yı geline, Kıble Mescidi’ni damada benzetiyorum. Efendimiz cümle peygamberlerimize imamlık yaparak güvey namazını sanki burada kılmış ve muallak taşına basarak sevgilisi yüce Rabb’ine Kubbetü’s-Sahra’dan yükselerek kavuşmuş gibi hissediyor insan. Kıble Mescidi Müslümanların ilk kıblegahı olmasına istinaden bu ismi almış. Eski Aksa mescidinin üzerinde yer alan Kıble Mescidi meşhur adıyla Mescid-i Aksa, Emeviler döneminde Velid b. Abdülmelik tarafından inşa edilmiş. Başlangıçta on beş revak olan mescid, zamanla depremlerin sonucunda bugün yedi revak olarak ayakta durmakta. Mescid-i Aksa isminin verilmesi Kabeye olan uzaklığını ifade etmek içinmiş, yani uzak mescid. Altında zemin ve temel oluşturacak şekilde Eski Aksa mescidi var.

Hz. Davut, Hz. Süleyman, Hz. Yahya ve Hz. Zekeriyya Peygamberlerimiz, harem bölgesi olan ve Müslümanların dışındaki kimselere yasak olan bu mekanda yaşamışlar. Hatta Hz. Meryem Validemizin annesinin adağı üzere zamanını burada geçirdiği biliniyor. Hz. Zekeriyya’nın Kur’an’da içeri her girdiğinde Meryem Validemize Rabbimiz tarafından hazırlanmış bir sofra bulduğu mukaddes mekan yine burası.  Kuran’da zikri geçen peygamber kıssalarının neredeyse tamamına yakınının geçtiği mekan olması hasebiyle de mukaddes bir arz. Burada geçirdiğiniz anlarda kendinizi Kuran’ı okuyor gibi değil de yaşıyor gibi hissediyorsunuz. Bu çok tarifsiz ve eşsiz bir his. Hz. Meryem Validemizin mukaddes hatırasına hürmeten Kanuni Sultan Süleyman zamanında buraya bir Meryem mihrabı yapılmış. Hz. Süleyman (as) tarafından bir kısım zor işleri cinlere yaptırılan mabed bu temeller üzerinde inşa edilmiş. Efendimiz’in (sav) miraca yükseldikten sonra tarif ettiği mabedin bu olduğu düşünülüyor.
Rasulüllah (sav) Efendimiz bu konuda Abdullah ibn Ömer’den gelen bir rivayette şöyle buyurmaktadır: “Süleyman (as) Mescid-i Aksa’yı yaptığında Rabb’inden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum. Bu isteklerden ilki kendi hükmüne denk gelecek bir hükümranlık ve ikincisi de kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı yüce bir saltanattı. Bir de her kim bu mescidde yani Mescid-i Aksa’da namaz kılmak için evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi olsun, bütün günahlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah’ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz.” Burada Hz. Süleyman (as) mabedinin temelleri olan tek parça devasa taşlar bu gün hala ayakta ve zamana şahitlik etmenin verdiği ruh ile birer taş parçası olmanın çok ötesinde bir anlam ifade ediyorlar kalpleri taştan daha katılaşmış ademoğluna.

Efendimiz hadislerinde; “Yolculuk şu üç mescidden birine olur: Benim mescidime (Mescid-i Nebevi),  Mescid-i  Haram (Kabe) ve Mescid-i Aksa’ya” buyurmuşlardır. (Müslim, Kitabu’l- Hac, 15/ 415, 511-512)
Ayrıca Efendimiz “Mescid- Aksa’ya gidiniz. Eğer gidemiyorsanız kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderiniz” şeklindeki öğüdüyle, bu mescidin Müslümanlar tarafından ziyaret edilmesini ve hatta yağ göndermek şeklinde bile olsa ihmal edilmeyip ayakta tutulması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Günümüzde bu gelenek hala devam ettirilmekte olup El-Halil Camii’nde  sevgili peygamberlerimizin kabr-i şeriflerinin bulunduğu mekanın onbeş metre altında kandiller her gün yakılmaktadır.

Mescid-i Aksa’ya getirilen zeytinyağları için ayrılan mekan ise bu gün için kullanılmamakta içi boş olarak muhafaza edilmektedir.

Günümüz için bu hadisin  ifade ettiği anlam ve bize yüklediği sorumluluk düşünüldüğünde, Efendimizin talebinin çok daha manidar olduğu aşikardır. Bu gün İslam’ın haremgahına siyonist işgalcilerin postalları tecavüz ederken, kandillerinde yakılmak için yağ gönderilmesine kadar ilgilenmesi gereken Müslümanların ilk kıblegahının muhafızlığını, sadece oradaki Müslümanlara yüklemenin vicdani sorumluluğundan uzak kalmak mümkün görünmemektedir. Merhum Akif bu hissiyatımı;  “Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem… Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil matem!” diyerek dile getirmiş sanki.
.

Efendimizin miraca yükseldiği o mübarek anlara şahitlik eden ve duvağını yalnızca ona açan kutlu gelin, nazlı gelin, güzel gelin! Sana daha görmeden aşık oldum ben. Şu an ise hicranının azabında yeniden vuslat için beklemekteyim. Rabb’imden niyazım tez zamanda sana tekrar kavuşmaktır.
Şafak vakti el- Aksa!

Güneş her gün orada doğmaya devam edecek ama ben sadece bir kaç gün buna şahitlik yapabildim. O anlarda kalbime inen lezzetin, ruhumda her dem taze kalması duamdır.

Grubumuz el-Halil Cami’inde Selahaddin mihrabının önünde, Hz İbrahim, Hz İsmail, Hz İshak, Hz Yakup, Hz Yusuf, Hz Musa Efendilerimiz ve Hz Sare Validemize misafir oldu. Onlar da bize ruhaniyetlerinin letafetiyle ev sahipliği yaparak kalplerimizi titretip gözyaşlarımızı ikram ettiler. Bu mihrap iki adet olarak fetih sırasında Selahaddin Eyyubi tarafından Kudüs’e getirilmiş ve biri Kıble Mescidi’ne diğeri el- Halil Cami’ine konulmuş. Ancak 1969 yılında gizlice mescide giren bir yahudi mihrabı yakarak hareme tecavüz etmiş.

Bu yazıyı Kudüs’ün tarihi sürecini ortaya koyan kronolojik bir şekilde oluşturmayı planlamıştım. Yahudilik, Hristiyanlık  ve İslamiyet açısından alemin merkezi ve cennetin yeryüzündeki izdüşümü olarak kabul edilen, uğruna yüzyıllarca savaşlar verilen bu kadim toprakların dini ve kültürel tarihi hakkında daha detaylı bir yazı hedeflemiştim. Ama planladığım gibi gelişmedi yazım süreci. Biz döndükten hemen sonra gerçekleşen 2014 Gazze işgaliyle birlikte siyonizmin tahrip edici, yıkıcı, yok edici, manevi lezzetler ve hazları bile işgal ederek onların yerine hüzün, elem ve kederi yerleştiren zalimane tavrı karşıladı bizi.
 
Bu çaba benim açımdan natamam bir çabadır. İçime yürüyen o kadar çok hissiyat ve bilgiden seçebildiklerimdir ancak. Buna rağmen kendime söz verdim ben. Bir gün bu yazıyı hedeflediğim bir şekilde tamamlayacağım. Kudüs’ün ruhuma işlediği nakış hiç sökülmeyecek biliyorum. bununla birlikte bu nakışın sandık lekesi tutmasına izin vermeyeceğim. Kudüs nakışlı, enbiya kokulu bu hatıratı her zaman çıkarıp havalandıracağım, yıkayıp kolalayacağım, en nadide mekan ve anlarda sergileyeceğim inşallah. Çünkü Kudüs’e ev sahipliği yapan tüm Peygamberlerimizin ruhlarındaki letafetlerden hatıra istedim orada ben. Rabim bana fırsat verdiği müddetçe bu hatıralardan biriktirmek için oraya tekrar tekrar gitmeyi hep isteyeceğim.

İkram et Ya Rab!…

BAKILASI, OKUNASI ESERLER

Aşağıdaki şiir; bir yahudinin Mescid-i Aksa’ya 1969 yılında gizlice girerek Salahaddin Eyyubi’nin fetihle birlikte Kudüs’e getirdiği iki mihraptan birini yakması üzerine Sezai KARAKOÇ’un hissiyatıdır.
EY YAHUDİ
Nihayet Mescid-i Aksa’yı da yaktın ey yahudi
Asırlardır insanlığın ruhunu yaktığın gibi ey yahudi
Aya çıkarak göğe çıktığını sandın ey yahudi
Göğe çıktığına inanır inanmaz
Büyük Peygamberin göğe çıktığı yeri yaktın ey yahudi
Mescid-i Aksa’yı yaktın ey yahudi
Daha doğrusu yaktığını sandın ey yahudi
Senin yaktığın gökteki Mescid-i Aksanın ancak
gölgesidir ey yahudi
Senin yaktığın Mescid-i Aksanın ruhu değil,
Taş, toprak ve ağaçtan işaretidir ey yahudi
Ölüler gibi donmuş bizlere de
Belki Mescid-in ateşinden bir köz düşer de
Buzlarımız çözülür ey yahudi
Sen vaktiyle peygamberlere ihanet ettiğin gibi
Şimdi de
Onların en büyüğünün miraca çıkış noktasına
Göğe yükseliş noktasına ihanet ettin
Sen asıl kendi kurtuluşuna ihanet ettin
Mescid-i Aksanın ruhu yakılmaz
Yakılan ancak taş ve topraktır
Sen asıl kendini yaktın ey yahudi
Sen ancak kendi ruhunu ateşe attın
Cehennemleştirdin kendini ey yahudi
Kudüs’ü aldıktan sonra
Gazzede yapmadığın işkence kalmadıktan sonra
Demek Mescid-i Aksayı da yaktın ey yahudi
Utanmazlığını en son uca çıkardın
Tanrıdan çekinmediğini
İnançsızlığını
Kara yürekliliğini
Zulüm aşkını
Bir kere daha ilan ettin
Hakettiğin cezayı en şiddetli bir şekilde çekeceksin
ey yahudi
Sen kutsal Kudüs’ün ruhuna ihanet ettin
Peygamberlerin dediği bir kere daha olacaktır.
Sana haber verilen cezalar bir kere daha gelecektir
başına
Sen Süleyman Peygamberin ruhunu incittin ey yahudi
Davut Peygamberin ruhunu sarstın ey yahudi
Zebura ihanet ettin ey yahudi
Tevratın ve Zeburun
Musanın Davutun Süleymanın
Ve bütün kitapların ve bütün peygamberlerin
Gelmesini bekledikleri
Geleceğini haber verdikleri
Ve bütün kitapların ve bütün peygamberlerin
Evrene, insana, yere, göğe ışık saçan
Büyük Peygamberin ayak bastığı yere
İmam olup bütün peygamberlere
Namaz kıldırdığı yere
İhanet ettin, aklınca hakaret ettin ey yahudi
Hakettiğin cezayı en şiddetli bir şekilde
çekeceksin ey yahudi
Büyük Peygamberin haber verdiği gibi
Sen cezanı çekerken
En vahşi taşların arkasına saklansan bile
Taşlar olduğun yeri haber verecek
Çünkü sen taşı bile yakacak kadar kinlisin ey yahudi
Sana hiç bir zarar vermemiş bir ümmet için
Sıkıştığın her sefer seni kurtaran
Seni koruyan
Acımasından ötürü senin kendisine sığınmanı
kabul eden
Kerim, cömert, mert bir ümmet için
İnsanlığın son ümidi bir ümmet için
En büyük kini duymaktasın
O fakir de olsa uludur
O mazlumdur
Sen onun ululuğunu ve mazlumluğunu, hakikat
taşıyıcılığını kıskanıyorsun ey yahudi
Bir gün gelecek azgınlığın sona erecektir
Kutsal Kudüs kurtulacak
Mescid-i Aksayı bu ümmet altından ve zebercetten
ve yakuttan
Yeniden yapabilecek bir kudrete erecektir
O gün Tanrının azabı senin için şiddetli olacaktır
Biz istesek bile seni ondan kurtaramıyacağız ey yahudi
Bize bu yapılanı yapan sen değilsin
Biz kendi cezamızı çekiyoruz
Sen de bir gün kendi cezanı çekeceksin ey yahudi
Sana yeryüzü lanet edecektir
Sana gökyüzü lanet edecektir ey yahudi
En kısa zamanda tövbe yolunu tutmazsan ey yahudi. 
Diriliş Sayı 1 Yıl 1969

ANNELER VE KUDÜSLER  (Nuri PAKDİL Şubat 1974)
Güz suları bizim şehrin önünden akar
Kış savunması
Bizim şehir üs öbür şehirlere
Dakka şimdi bir doğu kamerası
Ölümü çeken

Geleceği parmakların bir bir gösterdi
Yeşil bir harmani dizlerinde
Çek denizi aradan
And anıtları koy
Eski çağ taşlarının üstüne
Yeni çağ silahları üstüne

Eylem öğlesi
Gül kurularını birbirine bağladık
Ekmeğimize bulaşan çağın hakkını
Kitabı açarak
Yonttuk


Soluğunda gül kokusu
Okunan ve bitmeyen bir sayfa
Gibi
Beni çeker bir girişime
Daha dinç ötede
Gerçekte olduğundan daha parlak
Yeresel
Otuzüç katlı bir yapı gibi
Damarlarımızda dolaşan kan gibi
Hamid çizgisi

II
At ipi atladı 
Kitap soluyan atlar
Çocuk atı çağırdı
At çocuğu tanıdı
Denizi çek annemin başörtüsüyle ey sevgili
At geçer o zaman deniziBilirsiniz ormanlarla sonsuz bir at gelir
Görmüşsünüzdür çocukların rüyalarında da gelir
Biner ona
Sünnetçi

Cezayir’e atlarla gidilirdi
Babam atla bağa gelirdi
Yeni Ali
Paris’i atla dolaşacak

İyi binen ata
Bir solukta geçer Hazer’i
Yavaş yavaş ingiliz
Tuzağına düşer at süren yiğitlerin

III
Tûr Dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum

Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur

Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar

Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır

Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin

(Ocak 1972)

IV
Narin bir üzüm anne yüreği
ağlaması çocuğun
çöl tülbent üstünde
sarar onunla anne yüreğini

Çocuk harita
anne çocuğun gözleriyle bakar
uyur çocuk
anne bekçi daim

Sokaklar dar mı
boğulur anne
bu atlar
geniş alan isterler

Çocuk koşar
ardından K da
insanın yüreğinde bir parça Kudüs vardır yani K
anne şimdi eline aldığı yüreğini yerine bırakır

Irmak yatağıdır
çocukların cepleri
bilmeyiz bütün ırmaklar sabahları
akşamları çocuk ceplerindedir

Erişince kelime beyi
çocuğun etine
pamuk gibi yumuşak olur o dağ
anneler her yerde o dağı ararlar

Dener çocuk
öndeki çocuk boynu mitralyözdür
toz kalktı mı ayaklardan
Alttaki çocukla birlikte ikisi de attır

Doğudan mı batıdan mı
yürüyen bir çocuk göreceğiz Kudüse
ben çok önce çıktım doğu’dan
anneler her yerde ararlar beni

Çocuk akdeniz görmüş
her ülkede bulunan
bir
K’dır

Büyüyor elinde bomba
bombanın gerçeği yumuk çocuk eli
ama çocuk
aykırı görülür ölüme

Ölüm de yasadır
artar K
annelere sunu günaydın
çocuk önder

(Kasım 1973)

V
Mavi ışın dolanır anne gömleğinde
bal arısı deniz suyu
tayfı çocukların
gözetir kudüsleri

Kar yağmaz uçar anne gözlerinden
anne eli ovadır
oynayınca çocuk
daha genişler

Kudüse şiir gömlek dikişi annenin
gösterir yönümüzü iğneden çıkan ipliğin konumu
kare ya dikdörtgen
annenin çocuk yanağındaki izi

Düşününce anne
kudüsler yakınlaşır
bir tanrı tanımazın elinde de
kudüs haritası bakar kudüs yaklaşımıyla


Kelime anne dişleri
kiminde otuz iki kiminde otuz üç kelime
çocuk bu kelimeleri
öğrenerek yaş alır
Tapınakla yürek arasında en canlı ilişki
yüreğimiz sıkışınca
anladık
el aksa’dan bir taş düşürülmüştürİnsan
soyaçekim
göğe yansır umudu
baktıkça aynada

Ve çocuk gülünce
ışır el aksa
el aksa bilir ki
çocuk koyacak o taşı

Ki biraz kirazdır ki biraz silâhtır
çocukların
gözleri
parmakları

Getirince baba
kudüsü özümleyen ekmeği
yeniler anne andını
kirazın ve silâhın üstüne

Deniz kabartısıyla
aynı andadır anne andı ve çocuk solunumu
bilir baba
toprağı süren makinanın hüzünle kudüsü söylediğini

Ağıt yakışmaz
şiire ve çocuk yüzlerine
ki çocuk yüzleridir getirir bizlere
gereğini bağımsızlığın

İlerler zaman
kudüs koşusunda
ancak anlar
çocukların daim önde olduklarını

 

Hazırlayan: Dr. Nurhayat HARAL YALÇI
{jcomments on}
Önceki Yazı

Buluşan Kadınlar Derneğimizi Ziyaret Etti

Sonraki Yazı

Üsküdar Belediye Başkanımızın Ziyareti

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir