Bilgi Üniv. Kültürel İncelemeler Y. Lisans Öğr. Selin ÇAĞATAY
14 Mart 2009
“2007-2008 yıllarında Türkiye’nin belli başlı illerinde bir dizi Cumhuriyet Mitingi düzenlendi. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin alevlendirdiği laiklik tartışmasının bir uzantısı olarak değerlendirebileceğimiz mitingler aynı zamanda cumhuriyet tarihinin en geniş katılımlı mitingleriydi. Düzenleyici komitelerde ağırlıklı olarak kadın örgütlerinin yer alması laiklik-İslamcılık eksenli siyasi kutuplaşmada Kemalist kadın hareketinin bilhassa taraf olduğunun bir göstergesi oldu.
Mitinglerde Kemalist kadınlar tarafından yapılan konuşmaların açıkça ya da örtük bir şekilde başörtüsü karşıtı olması başörtüsü yasağını savunma görevinin neden kadınlarca üstlenildiğini düşünmeyi gerektirmektedir.
Bu sorudan yola çıkarak Kemalist kadın hareketinin temsilcileriyle derinlemesine görüşmeler yaptım ve bu görüşmeleri işleyerek “Kemalizm ya da Kadınlık: Çağdaş Kadının Başörtüsüyle İmtihanı” başlığı altında bir tez çalışması haline getirdim. Bu sunumda tez çalışmama konu olan Kemalist kadın kimliğine değineceğim ve Kemalist kadınların benimsediği başörtüsü karşıtı söylemin bileşenlerini kısaca ortaya koymaya çalışacağım.
Kemalist kadınların başörtüsü karşıtlığını ele alırken cumhuriyetin kuruluş yıllarına, hatta daha da evveline dönmemiz ve “çağdaş Türk kadını” kimliğinin oluştuğu tarihsel koşulları düşünmemiz gerekir. Burada Osmanlı feminizmine ve Kemalist modernleşme projesinin bir bileşeni olarak öne sürülen modern kadınlık durumuna değinmek önemlidir.
Bilindiği üzere Osmanlı’da 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir kadın hareketinden söz etmek mümkündür. 2. Meşrutiyet öncesi dönemde kadınların Osmanlı toplumundaki ikincil konumunu eleştirenler hem kadınlar hem de modernleşme yanlısı erkeklerdir. Bu dönemde yayınlanan gazetelerin kadın eklerinde ve kadın dergilerinde çok eşlilik, boşanma, kadınların eğitimi gibi konular ele alınmış, kadının toplum içindeki konumunun iyileştirilmesi çocukların yetişmesi, aile hayatının ve toplumun ilerlemesi gibi amaçlara bağlanmıştır. Osmanlı feministleri ayrıca İslam’ı rasyonelleştirmiş, kadınlarının kurtuluşunun İslam’a sonradan eklemlenen çarşaf, peçe gibi alışkanlıkların ortadan kalkmasıyla mümkün olduğunu öne sürmüşlerdir.
2. Meşrutiyet ile birlikte “kadın meselesi” milliyetçi söyleme eklemlenme başlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti ekseninde örgütlenen kadınlar gazete ve dergiler aracılığıyla toplumsal taleplerini dile getirirler. Bu dönemde kadınlar orduya ve fakirlere yardım, kadınların eğitimi ve işgücüne katılımı gibi konularda aktif olurlar ve siyasal amaçlı faaliyetlerde bulunurlar. Milliyetçi söylem kadın meselesinin ele alınış biçimini meseleyi milli seferberlik çerçevesi içine yerleştirerek değiştirmiştir. Kadın meselesi artık aynı zamanda ulusal kimliği kurmanın bir aracıdır. Buna göre kamusal alanda namuslu, eğitimli, sosyal kadın imgesi benimsenmiştir. Modern kadın hem mazbutluğuyla Batılı hemcinsinden ayrılır, hem de modern görünümüyle Doğulu hemcinsinin kamusal alanda temsil ettiği dişilikten arınmıştır.
Cumhuriyetin ilan edilişi kamusal alanda dinin bütünleştiriciliği yerine laik ulusu ikame etme çabasının bir sonucudur. Cumhuriyetle birlikte toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, kadınlığın ve analığın yeni tanımları yasal zemine kavuşur. Buna göre kadına aile içinde ona saygıdeğer bir rol biçilir ve bu rol kadınlara “ulusun anaları” olarak atfedilen sembolik önemle pekiştirilir. Milli aile ulusal birliğin şartı olarak inşa edilir ve iyi evlat = iyi vatandaş eşitlemesiyle annelik kutsal bir mertebeye erişir.
Kadının özel alandaki bu yeni tanımı kamusal alandaki varlığını da belirleyecektir. Buna göre kadını dişiliğiyle sunan geleneksel model geride bırakılır, yerine kadının cinsel farklılığının kamusal alanda annelik görevi ile örtüldüğü modern/milliyetçi model benimsenir. Cumhuriyetle birlikte pekişen modern kadınlık durumunun bugün başörtüsü karşıtlığı bağlamında önemi, sınırlı sayıda kadına mahsus bir kadınlık durumunun tüm kadınları kapsayacak şekilde ve özel ve kamusal alanlar arasında bir köprü kurarak inşa edilmiş olmasıdır. Bu aynı zamanda Kemalist modernleşme projesinin “sınıfsız toplum” tahayyülüne rağmen kadınları, dünyadaki ulus-devlet inşa süreçlerine paralel bir şekilde, sınıf ekseninde bölmesinin bir göstergesi olarak okunmalıdır. Modern kadın kimliğinin zaman içinde benimsenmesi, doğallaştırılması, tarihselliğinin dışında ele alınması Kemalist kadın hareketinin siyasi söyleminde belirleyici olmuştur.
Bugün Kemalist kadın hareketinden bahsetmemizi mümkün kılan şey Kemalist kadınların laiklik-İslamcılık kutuplaşmasının bir bileşeni olarak örgütlenmeleri ve bu doğrultuda başörtüsünün kamusal alanda varlığına karşıt bir söylem benimsemeleridir. Kemalist kadınların başörtüsü karşıtlığı ise onların Türk siyasetine bakışlarıyla, tarih algılarıyla ve öznelliklerinin inşasıyla iç içe geçmiştir. Kemalist kadın hareketinin temsilcileriyle yaptığım mülakatlarda özetle şu sorulara yanıt aradım: “Türban meselesi” nasıl ortaya çıkmıştır, tarihsel arka planı nedir? Başörtüsünün kamusal alandan men edilmesi hangi zeminde meşruiyet kazanmaktadır? Türban nasıl tanımlanır, başörtüsünden ne şekilde ayrılır ve ne şekilde anlamlandırılır? Türban meselesinin kadın hareketine yansıması nasıl olmuştur? Bu soruların yanıtları her kadının kişisel deneyiminin süzgecinden geçerek şekillenmektedir. Bu anlamda Kemalist kadın hareketinin paylaştığı ortak bir deneyimden ya da benimsediği ortak bir dilden söz etmek mümkün değildir. Daha ziyade, kadınların kişisel deneyimlerinin Kemalist söyleme olumsal bir biçimde eklemlenmesi söz konusudur. Yine de yukarıda sorduğum sorulara verilen cevapları kabaca özetlemeye çalışacağım.
Kemalist kadınlar için türban meselesinin tarihi çok partili döneme kadar uzanıyor Demokrat Partinin iktidara gelişi ile başlayan süreç “geriye gidiş” olarak nitelendiriliyor. Türban meselesi iç ve dış mihraklar tarafından yaratılan, sosyal arka planı olmayan bir konu olarak görülüyor. İç mihraklar dini liderler, yerel güç sahipleri, dini kullanarak oy toplamak isteyen siyasiler, dış mihraklar ise ABD ve Rusya olarak sıralanıyor. Çok partili döneme geçiş ile birlikte dini değerlerin – yeniden – Türk siyasetinde rol oynamasının dışarıdan gelen bir dayatma ya da içeride başlayan bir akım olarak görüldüğü her iki durumda da din cehaletle eşleştiriliyor ve dini değerlerin siyasi seçimlere yön vermesi halkın dini ya da siyasi liderler tarafından kandırılmasıyla açıklanıyor.
Dış güçlerin, siyasi iktidarların ve tarikatların sorumlusu olduğu “türban meselesi” Kemalist kadınlarca ‘80 darbesiyle tetiklenen ve AKP hükümetinin zirveye taşıdığı doğrusal bir süreç olarak değerlendiriliyor. Bu süreçte eğitim kilit bir rol oynuyor; türban imam-hatip liselerinde ve üniversitelerde ortaya çıkan, buradan “yayılan” bir olgu. Başörtülü kadınlar türban meselesinin özneleri olarak görülmüyor ve türban meselesi iktidarla özdeş bir şekilde ele alınıyor. Başörtüsü ve iktidar arasında kurulan bu özdeşlik başörtüsünün iktidara dair söylem ve eylemlerin üretildiği alanlardan men edilmesini bir biçimde açıklıyor. AKP hükümetinin kadınların eğitim, istihdam, aile içi şiddet gibi sorunlarına samimiyetle eğilmiyor oluşu türbanın siyasi simge olduğu yargısını pekiştiriyor.
Üniversitelerde ve kamu dairelerinde başörtüsü yasağının “doğru” kabul edilmesi birkaç zemine dayandırılıyor. Bunlardan ilki İslam’da örtünmenin farz olmadığı yönündeki görüş. Bu görüşün bazı ilahiyatçılar tarafından destekleniyor olması Kemalist kadınlar için Türkiye’de örtünmenin dini değil geleneksel olduğunun, tam da bu yüzden saçın tamamını kapatan bir biçimde olmadığının bilimsel dayanağını oluşturuyor. Buna göre saçın kapatılması İslam’ın yanlış yorumlanmasının sonucu; yanlış yorumun kaynağı olarak ise diğer tek tanrılı dinler ya da diğer İslam ülkeleri gösteriliyor.
Başörtüsü yasağının meşrulaştırıldığı bir ikinci zemin laiklik ilkesi; başörtüsünün kamusal varlığının laiklik ilkesine aykırı olduğu düşüncesi İslam’da örtünmenin farz olup olmadığı tartışmasını bir anlamda geçersiz de kılıyor. Türkiye’nin laiklik ilkesini benimseyen tek Müslüman ülke olması devletin benimsediği laiklik anlayışının özgüllüğüne dayanak noktası oluşturuyor. Buradan hareketle laiklik ilkesinin demokrasi ile çeliştiği noktada laikliğin demokrasiye öncel olduğu savunuluyor. Başka bir deyişle, kamusal hayatı düzenlemesi bakımından diğer tek tanrılı dinlerden ayrılan İslamiyet halihazırda laiklikle çeliştiğinden, Türkiye’de laiklik ilkesinin öncelemediği bir demokrasi anlayışı mümkün değildir.
Hukukun üstünlüğü savı yasağın meşruiyetinin bir başka boyutunu oluşturur. Laiklik ilkesinin demokrasiye öncel oluşuna paralel olarak hukukun üstünlüğü insan haklarının garantisi olarak ele alınıyor ve buradan hareketle başörtüsü yasağının insan haklarına aykırı olmadığı savunuluyor. Yasağın dayanağı olarak Anayasa Mahkemesi, Danıştay ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının göstermeleri Kemalist kadınların yasa koyucu olarak yasama organına değil, yasa koruyucu olarak yargı organına güven duyduklarının bir göstergesi olarak okunmalıdır.
Son olarak, başörtüsü yasağından daha önemli addedilen sorunlar yasağın kaldırılmasına yönelik düzenlemeleri ikincil yahut gereksiz kılmaktadır. Kadınların üniversite eğitimi görmelerine engel olan sebepler arasında başörtüsü yasağının görece düşük bir orana sahip olması yasağın etik boyutunun tartışmaya kapanmasıyla sonuçlanır. Bilakis, bazı başörtülü kadınların üniversite eğitimi almak için başlarını açmayı, saçlarını peruk ya da şapka ile örtmeyi tercih etmeleri Kemalist kadınlarca özgürleşme olarak değerlendirilmektedir.
Türbanın tanımı ve anlamı kişiye göre değişse de Kemalist kadınlar için türban başörtüsünden net bir biçimde ayrılıyor. Türbanı başörtüsünden ayıran en önemli özellikleri arasında bağlanış biçimi, dini anlamı ve siyasi amacı sıralanabilir. Bu özellikler türbanı geleneksel başörtüsünden farklılaştırır; türbanın hem “geleneksel değil modern”, hem de “modern ama dini” oluşu onu başörtüsünden radikal bir biçimde koparmaktadır. Bu ayrım Kemalist kadınların başörtüsüne değil türbana karşı olmalarını açıklıyor; Kemalist kadınlar için İslam ve modernite arasında yapısal bir uyuşmazlık söz konusu ve geleneksel olmayan, kamusal alanda görünürlük ve tanınma talep eden bir dindarlık modeli mümkün gözükmüyor.
Kamusal alanda görünürlüğü olan modern bir dindarlık modelinin imkansız oluşu Kemalist kadınların türban meselesini dini bağlamından ve meselenin özneleri olan başörtülü kadınlardan kopararak adreslemelerine sebep oluyor. Kadınların neden türban taktığı sorusuna ise yine her kadın kişisel deneyiminden yola çıkarak cevap veriyor. Gerekçelendirmelerin çeşitliliğine karşın Kemalist kadınların ortaklaştığı bir noktayı saptamak mümkün: Kemalist kadınlar “türbanlı” hemcinsleriyle aslında tanışmıyorlar, onlarla aynı sosyalliği hiç paylaşmamışlar. Bu anlamda türban takan kadınlar hakkında öne sürdükleri düşünceler, kimi zaman Kemalist kadınlar tarafından da belirtildiği üzere gözleme dayalı akıl yürütme olarak değerlendirilmelidir.
Bu doğrultuda, kadınların türban takması için üç temel sebep gösteriliyor. Bunlardan ilki göç ve yoksulluk; büyük şehre göç eden ve fakir semtlerde oturan, genellikle zaten başörtülü olan kadınlar aile baskısıyla ya da mahallelerde örgütlenen tarikatların etkisiyle türban takmaya başlıyorlar. Kemalist kadınlara göre bu kadınlar arasında maaş karşılığı örtünenler olduğu kadar safiyane duygularla örtünenler de var. İkinci bir sebep olarak kadınların ekonomik çıkar gruplarına girmeye çalışan eşlerinin baskısıyla ya da eşlerine destek olmak amacıyla türban takmalarına işaret ediliyor. Kemalist kadınlar kadınların türban takarak sınıf atladıklarını belirtirken, çevrelerinde duydukları ya da şahit oldukları “kapanma ve aynı anda zenginleşme” hikayelerini örnek gösteriyorlar.
Üniversiteler sıklıkla türbanın “yayılmasının” en önemli sebebi olarak görülüyor. Üniversiteyi kazanan ancak maddi olanakları kısıtlı olan öğrenciler kendilerine sağlanan burs ve yurt imkanları karşılığında türban takmaya zorlanıyorlar ya da beyinlerinin yıkanması sonucu kendi rızalarıyla türban takıyorlar. Kemalist kadınların bu savını destekleyen çok sayıda örnek üniversitedeki başörtüsü yasağının üzerinde neden özellikle durulduğunu anlatmaktadır. Kemalist kadınlara göre kadınların özgür iradeleriyle türban takmaya karar vermeleri söz konusu değildir. Hiçbir kadının isteyerek türban takmayacağına duyulan kati inanç türbanı başörtülü kadınların bağlamından kopartarak ve başörtülü kadınları edilgenleştirerek yasağın savunulmasını kolaylaştırır; kadınlar zaten ailedeki erkeklerin ya da tarikatların baskısıyla kapanmaktadır. Bu anlamda türbana karşı verilen mücadelede Kemalist kadınların karşısında başörtülü hemcinsleri değil, onları “kapatan” erkekler yer almaktadır.
Türbanın modern bir olgu olduğu saptamasına paralel olarak, Kemalist kadınlara göre türbanlı kadınlar başörtülü kadınlardan modern yaşam tarzlarıyla ayrılmaktalar. Türbanlı bir kadının tüketim alışkanlıkları, modayı takip ediyor oluşu, popüler kültürle olan ilişkisi, kamusal alanda diğer türbanlı arkadaşlarıyla toplu halde bulunması, çalışma hayatı, karşı cinsle kurduğu samimi ilişki, vb. Kemalist kadınlarda korku, şaşkınlık, rahatsızlık gibi duygulara yol açabiliyor ve Kemalist kadınlar dindarlık anlamında türbanın samimiyetinden ciddi ölçüde şüphe duyuyorlar. Kendilerini çoğunlukla Müslüman olarak da tanımlayan Kemalist kadınlar için dindarlık ile modern yaşam tarzı kamusal alanda bir arada bulunamamaktadır; kamusal alanda dindarlık gizlenir ve dini pratikler özel alanda icra edilir; bu pratikleri kamusal alanda ima etmek dahi Kemalist kadınların din anlayışlarıyla çelişir. Türbanın Müslümanlık “iddiası” olarak algılanması Kemalist kadınların gözünde aynı zamanda bir tür bir dindarlık hiyerarşisi de oluşturmaktadır.
Öte yandan Türbanlı kadınların Batılı modernlik anlayışına karşıt/alternatif bir modern tarz benimsemeleri de eleştiri konusudur. Kemalist kadınlara göre Batılı modernlik esastır ve alternatif modernlik anlayışları “normdan sapma” olarak değerlendirilir. Bu anlamda türbanlı kadınlar Kemalist kadınların kendilerinde benimsedikleri özelliklerin eksiği ile tanımlanmaktadır. Bu özellikler ekseriyetle klasik müzik, opera, bale gibi Batı kültürüne ait pratiklerin yerine getirilmesiyle sınırlıdır. Böylece başörtülü kadınların “Batılı değil ama modern” tarzlarına pozitif bir anlam atfedilmemektedir.
Türban meselesi kadın hareketi içinde sınıfsal/kültürel bir bölünmeyle sonuçlandı. Bu durum Kemalist kadınlarca da net bir biçimde tespit ediliyor. Ancak Kemalist kadınlar kadın hareketinde benimsenmesi gereken çizginin laik çizgi olduğunu savunuyorlar ve kadın hareketindeki bölünmeden bu çizgiyi benimsemeyen kadınları sorumlu tutuyorlar. Bu anlamda dindar kadın hareketi Kemalist kadınların gözünde şüphe uyandırıyor ve bu hareketin ardında – başörtülü – kadınların sorunlarından bağımsız amaçlar aranıyor. Başka bir deyişle, dindar kadın örgütlerinin ardında kadınları örgütlenmeye zorlayan erkeklerin olduğu inancı Kemalist kadınlar arasında yaygın; başörtülü kadınların İslamcı hareketin erkeklerinden bağımsız bir şekilde kendi talepleri etrafında örgütlendikleri kabul edilse bile bu, kadınların hareketin erkeklerince “kullanıldıkları” inancını değiştirmiyor çünkü bu taleplerin kendileri zaten erkekler tarafından “dayatılan” talepler olarak görülüyor.
Başörtülü kadınların bağımsız örgütlenmelerinde dahi edilgen resmedilmelerinin en önemli sebebi Kemalist kadınların dindar kadın örgütleri hakkındaki fikirlerinin çoğunlukla yine akıl yürütmeye dayanıyor olması. Gerçekten de, Kemalist kadınlar arasında başörtülü kadınlarla kadın hareketi içinde bir araya gelenlerin sayısı oldukça az ve onlar için de başörtülü kadınların talepleri ikincil bir öneme sahip. Burada Kemalist kadın hareketinin belli bir laiklik tanımı etrafında örgütlendiklerini hatırlamak önemli; zira başörtülü kadınların siyasi duruşları Kemalist kadınlarca laiklik ilkesine aykırı bulunduğu için kadınları din ekseninde bölen unsurlar içeriyor. Buradan hareketle Kemalist kadınlar kadın hareketinde farklı çizgilere gerek olmadığını çünkü Kemalist çizginin zaten tüm kadınların haklarını gözettiğini savunuyorlar.
Kemalist kadınların başörtüsü karşıtı söylemlerini Kemalist ideolojiyi basitçe yeniden üretmek suretiyle oluşturmadıklarını, kadınların öznel deneyimlerinin söylemlerinde belirleyici olduğunu belirtmek önemlidir. Kemalist kadınların türban meselesini ele alış biçimleri, türbanı tanımlayış şekilleri ve türbanlı ve başörtülü kadınlara bakışlarındaki çeşitlilikler tam da onların öznelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Kemalist kadın hareketi Kemalizmin herhangi bir bileşenine indirgenmemelidir; başörtüsüne karşı verdikleri mücadele Kemalist kadınların siyasi duruşlarından de çok kadınlıklarının kurucu unsurudur.
Öte yandan, Kemalist kadınların söylemlerinde süreklilik arz eden milli mücadele yıllarına referans ve cumhuriyetin ilk yıllarına öykünme durumu, Kemalist kadın kimliğinin inşası ve bugünü arasında bir süreklilik bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, Kemalist kadınlar başörtüsü karşıtlıklarını dile getirirken bir anne ve meslek sahibi bir vatandaş sıfatlarıyla konuştuklarını vurgularlar. Verdikleri mücadele kendileri için değil gelecek nesiller için, gelecekte kızlarının kapanmak zorunda kalmamaları içindir; Kemalist kadınlar “ulusun anaları” rolünü bugün de benimsemektedirler. Yine, mücadelelerini ulusal görev olarak benimsemeleri Kemalist kadınların tüm kadınları kurtarma misyonunu saklı tuttuklarını gösterir.”
Not: Programın özeti, Selin Çağatay tarafından hazırlanmıştır.