Halime YILDIZ
“İslam düşüncesinin Batıyı etkilemesinde en önemli rolü oynayan, bu bakımdan bu düşüncenin aktarılmasında köprü vazifesi gören ve Batı’da “Avveroes” adıyla tanınan Kurtubalı İbn-i Rüşd (520/595-1126/1198), din-felsefe uzlaşması konusundaki çalışmaları, tıp ve fıkıh gibi bir çok alanda derinliği ile bir de Aristo şarihi olarak da bilinmektedir.
İbn-i Rüşd’ün en önemli çalışması, Gazali’nin filozofları eleştirdiği, “Tehafütü’l Felasife” sine karşılık “Tehüfütü’t Tehafüt” adlı eseri olmuştur. Bilindiği gibi Gazali bu eserinde filozofları, 17 meselede bid’atle ve üç meselede (âlemin kıdemi, ruhani haşr, Allah’ın cüzleri bilmemesi) küfürle itham etmişti. Onun bu yaklaşımı zaten toplumun büyük kesimi tarafından kabul görmeyen felsefeye ağır bir darbe indirmişti. İbn-i Rüşd’ün Gazali’ye bir cevap olarak yazdığı bu eseri sistematik felsefesinin en önemli çalışmasıdır. O bu çalışmasında Gazali’nin bütün eleştirilerine tek tek cevap verir. Özellikle “âlemin kıdemi” konusunu çok detaylı bir şekilde ele almıştır. O bu meselede üstadı Aristo’nun yolunu takip eder. Selefleri, Farabi ve İbn-i Sina’nın südurcu anlayışını benimsemez. Ona göre âlem kuvve halinde bulunan heyulanın Tanrı tarafından fiile geçirilmesiyle meydana gelmiştir ve âlem ne gerçek anlamda hadis ne de kadimdir. Şayet gerçek anlamda hadis olsa meydana gelmesi imkânsız olurdu. Gerçek anlamda kadim olsa bu durumda onun illeti bulunmazdı.
İbn-i Rüşd’ün felsefeye en önemli katkısı hiç şüphesiz felsefe-din, başka bir ifadeyle akıl-nakil ilişkisi konusunda getirdiği orijinal görüşüdür. O başka bir eserinde sistemli bir biçimde din ile akıl arasındaki uyumdan bahseder ve kendinden öncekilerin takip ettikleri yoldan ayrılıp, fakih sıfatıyla yeni bir yol; “belirlenen nasslar ışığında felsefeyi tetkik için bizzat şer’i bakış açısı” yöntemini kullanır. Daha açık bir ifadeyle felsefenin dindeki yerini belirler. Ona göre “din ile hikmet” arasında ortak bir gaye vardır. Her ikisinin gayesi de mevcudata bakıp bundan hareketle yaratıcının bilinmesidir. Öyleyse aralarında hiçbir çatışkı söz konusu olamaz. Şayet zahiren bir zıtlık olursa bu durumda burhan ehli nassları te’vil etme, yorumlama yoluna gider.
İbn-i Rüşd, gerçekte aklı savunmakla birlikte mutlak anlamda realist değildir. O aynı zamanda insan aklının anlayamadığı, kavrayamadığı konularda şeriata başvurulması gerektiğini, vahiy yoluyla elde edilen bilginin, akıl yoluyla kazanılan bilgilerin tamamlayıcısı olduğunu ve aklın yetersiz kaldığı her şeyi Tanrı’nın vahiy yoluyla dile getirdiğini kabul eder. Bu bakımdan o aklı ve nakli uzlaştırmaya çalışan bir filozoftur.”
Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.