İbn-i Haldun’un Tarih Anlayışı

Hazırlayan: 1 Yorum Paylaş:

İbn-i Haldun’un Tarih Anlayışı

Yard. Doç. Dr. Yavuz Yıldırım

 

İbn-i Haldun İslam Dünyası’nın yetiştirdiği en önemli âlimlerden biridir. Gazali miladi 1111’de İbn-i Haldun ise yine miladi 1406’da yani Gazali’den yaklaşık üç yüz yıl sonra vefat etmiştir. Yani yaşadığı dönem 15.yüzyıldır ve Osmanlı Devleti dönemine tekabül eder. Yaşadığı coğrafya Kuzey Afrika, zaman zaman Endülüs’te de bulunduğu olmuştur. Genel olarak Kuzey Afrika’nın Tunus, Fas, Cezayir bölgelerinde bulunmuş. Yetmiş yıllık ömrünün son yirmi yılını Mısır’da geçirmiş. Mısır’da malum bir Türk Devleti olan Memlük Devleti hâkim. Buraya geldikten sonra Ortadoğu’yu tanıma fırsatı bulmuş, hac yapmış, Suriye’ye, Filistin’e gitmiş dolayısıyla Ortadoğu insanlarını, Türkleri, Çerkezleri, Kürtleri tanıma imkânı bulmuş. Onlar hakkında da bir şeyler söylemiş Mukaddime’de. İber’e onları da eklemiş.

 
İbni Haldun Kur’an, Hadis, Tefsir, Fıkıh, Kelam eğitimi almış; tasavvufla ilgilenmiş âlim biridir. Sonraki yıllarda devlet hizmetine girmiş alt kademelerden başlayarak üst kademelere kadar yükselmiştir.
Mukaddime müstakil bir eser değil, İbni Haldun’un tarih kitabı İber’in giriş bölümüdür. Dolayısıyla İber, giriş bölümü/Mukaddime, tarih kısmı ve sonunda kendi hayat hikâyesini epey uzunca bir şekilde ilave ettiği bölümlerden oluşmaktadır. Kendi hayat hikâyesini anlattığı İber’in son kısmı “Bilim ve Siyaset Arasında Hatıralar İbn-i Haldun” adıyla Vecdi Akyüz tarafından kitap olarak basıldı. Yine tasavvufla ilgili yazdığı Tasavvuf’un Mahiyeti Şifau’s-Sȃil kitabı Süleyman Uludağ’ın tercümesiyle yayınlandı.
Bugünkü konumuz İbn-i Haldun’un tarih metodu. Mukaddime’ye baktığımda benim için İbn-i Haldun; tarihçi, aynı zamanda tarih felsefecisi fakat aynı zamanda sosyal bilimcidir. Buna itirazlar oluyor, sosyolog, dediğim zaman “Hayır, Batı sosyolojisiyle karıştırmayalım.” diye. O zaman onun yaptığı bir tür sosyoloji diyorum “Tamam.” diyorlar. Dolayısıyla tarihçi, sosyolog, tarih felsefecisi ekonomi görüşleriyle bir ekonomist, şehirler ve şehircilikle alakalı görüşleriyle, medeniyetle ilgili görüşleri ile bir şehir tarihçisi. Dolayısıyla gerçekten çok yönlü bir şahsiyettir.
Mukaddime’ye baktığımızda O’nun çok yönlü bir tarihçi olduğunu görüyoruz. Bir defa klasik bir tarihçi değil. Klasik tarihçiliği de var fakat aynı zamanda bir kurum tarihçisi. Mukaddime’nin kurumlar tarihi ile kısımlarına baktığınız zaman özellikle İslam kurumlarıyla alakalı en başta siyaset kurumunun; nasıl başladığı, nasıl geliştiğini kendi dönemine kadar anlatılır.  İslam kurumları vezirlik, kadılık, muhtesiplik bunlar ile ilgili mükemmel bir kurumlar tarihi görürsünüz. Çok geniş değil, özet mahiyetinde ama kurumlarla ilgili söylediklerinde yetkin bir bakış açısı görürsünüz. Hatta sadece İslam kurumları da değil, Hıristiyan ve Yahudi toplumların sahip oldukları dini kurumlarla ilgili de önemli bilgiler verir.
İbn-i Haldun aynı zamanda bilim tarihçisidir. Mukaddime’nin VI. bölümü tamamen bilim ağırlıklıdır; bilim, edebiyat ve eğitim konularını içerir. Bu bölümde bilim İslami ilimler ve akli ilimler diye ikiye ayrılır. Akli ilimlerin içinde matematik, fizik, astronomi,  tıp, hurufi ilimler yer alır. İbni Haldun harflerden, rakamlardan bir takım bilgiler çıkarmayı da yine akli ilimler içerisinde kabul eder. Mukaddime’nin altı bölüm içerisindeki en geniş bölümü bilim tarihi bölümüdür. Dolayısıyla İbn-i Haldun aynı zamanda ciddi bir bilim tarihçisidir.
İbn-i Haldun’un tarihçiliğine bir şeyi daha ilave edelim kendisi aynı zamanda tarih filozofudur. Onun sosyolojisi tarih felsefesi ile iç içedir. Tarihe, insanlık tarihine bakar ve bir takım yorumlar yapar ve bir takım ilkeler çıkarır, bu anlamda ciddi bir tarih felsefecisidir.
Aynı zamanda medeniyet tarihçisidir. Mukaddime’de medeniyet tarihçiliği de görülür. İslam Medeniyeti anlayışı yok veya başka bir medeniyet Avrupa medeniyeti, Çin, Hıristiyan medeniyeti gibi bir anlayışı yok. Tek olarak mutlak olarak medeniyet anlayışı vardır. Medeniyet tarihi ile ilgili kafa yorduğu anlaşılıyor. Dördüncü bölüm şehirle ilgili, beşinci bölüm ekonomi ile ilgili ve altıncı bölüm ilimleri/ bilimleri edebiyat ve sanatı anlattığı bölümdür. Çünkü onun anlayışında medeniyet şehir hayatının bir sonucudur, medeniyetin de en bariz sonuçlarından/ ürünlerinden bir tanesi sanat, bir tanesi bilimdir ve dolayısıyla İbn-i Haldun’u bir medeniyet tarihçisi saymak ta mümkündür

 

İbn-i Haldun’un tarih metoduna geçersek; tarih metodunda en temel bakış açısı eleştirel tarihçiliktir,  tenkid –intikad metodudur. İbn-i Haldun’un tarih metodunun bir başka temel özelliği sosyolojik tarihçiliktir. Sosyolojiye itiraz edecekler için bence İbn-i Haldun’un bir sosyoloji anlayışı var ve batılılarda 1900’lerden beri İbn-i Haldun’u sosyolojinin kurucusu olarak kabul eder. Yani şunu rahat söyleyebiliriz İbn-i Haldun’un tarihçiliği sosyoloji ile iç içedir ve ona göre sosyoloji olmadan tarihçilik olmaz.
İbn-i Haldun “Tarihçi gerçek anlamda tarihçilik yapmak istiyorsa toplumları tanımak zorundadır.” der. İnsan toplumunu tanımadan gerçek anlamda tarihçi olamaz. Mukaddime’nin ikinci bölümünde toplum psikolojisi yani sosyolojisi yer alır. Üçüncü bölümde bedevi toplumları anlatmaya başlar. Ona göre iki tür toplum vardır. Bedevi toplumlar ve şehirli toplumlar. Bedevi toplum şehirli olmayan toplumdur. Çölde ve dağda yaşayan toplumları bedevi toplumlar olarak kabul eder ancak İbn-i Haldun bu toplumlar içinde en çok çölde yaşayan toplumları müşahede etme fırsatı bulmuştur. Kendisi ise aslında şehirlidir. Fakat özellikle devlet görevi yaptığı sıralarda Kuzey Afrika’nın iç bölgelerinde bedevi Arap kabileleri ve bedevi Berberi kabileleri ile tanışma ve onların içinde uzun süre kalma fırsatı bulmuştur. Onun için bedevi toplumları çok iyi tanıyor. Kitaplardan öğrenmiyor bedevi toplumları bizzat aralarında yaşayarak öğreniyor. Sosyolojik gözlem metodunu kullanır ki, sosyolojisi zaten deneyseldir, gözlem yolu ile edinilmiştir. Dolayısı ile içinde yaşadığı kabileler ona çok şey öğretmiştir ve kendisine bir tipoloji yapma fırsatı vermiştir.
Peki daha önce İslam dünyasında böyle bir tipoloji yapılmış mı? Yapılmamıştır ve bunu ilk analiz eden İbn-i Haldun’dur.
Daha önce çeşitli vesileler ile bedevilerden bahseden olmuştur. Bedeviler hadislerde ve Kur’an’da da geçer. Hucȗrat Suresi 14.ayet “Bedeviler “inandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama “boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Özellikle Tevbe Suresi’nde bedevi Araplardan çokça bahsedilir. Daha sonra yazılmış tarih, edebiyat kitaplarında bedevi toplumlardan, bedevi Arapların şiirlerinden ve bazı yönlerinden bahisler vardır. Hatta bazı fıkıh kitaplarında dahi bedevilik yer alır. Fakat onları sosyolojinin konusu haline getirmek yani bir toplum tipolojisi yapmak ve iki tür toplum vardır biri bedevi toplumlar diğeri şehirli toplumlar diye tanımlamak ilk defa İbn-i Haldun tarafından yapılmıştır.
İbn-i Haldun’un toplum psikolojisinin birinci ayağını bedevi toplumlar ikincisini de medeni yani şehirli toplumlar oluşturur. İbn-i Haldun’un temel kavramlarından olan Umran kavramı yanlış olarak medeniyet diye tercüme edilmişse de İbn-i Haldun Umranı toplum anlamında kullanır. “Hadaret” kavramı ile medeniyeti ifade eden İbn-i Haldun’da iki tür umran vardır; Bedevi Umran, Hadari Umran.
Bedevi Umran’ın Mukaddime’nin ikinci bölümünü ayıracak kadar hem siyaset hem tarihçilik açısından önemlidir. Çünkü irili ufaklı bedevi toplumlar, devletlerin kurulmasında, güçlenmesinde, yıkılmasında çok önemli işler yapmışlardır. Devletlerin çoğunu çöllerden kırsaldan gelen bedevi toplumlar kuruyorlar. Zayıflayan bir devleti asabiyeti güçlü olan bedevi bir toplum yıkarak onun mirası üzerine kendi devletini kuruyor. İslam tarihine baktığınızda da Avrupa tarihine baktığınızda da bunu çok rahat görebiliyorsunuz. Avrupa tarihinde kuzeyden gelen, bizim genellikle Vikingler diye bildiğimiz Germen kabileleri kuzeyden güneye doğru iniyorlar ve Roma İmparatorluğu’nu yıkıyorlar kendi devletlerini kuruyorlar. Vandallar, Vizigotlar, Ostrogotlar hepsi İbn-i Haldun’un bedevi kabileler, bedevi toplum psikolojisi tipolojisine girebilir. Bunlar çöl kabilesi değil tam tersi soğuk bölgeden gelen kabileler ama bedeviler. Yani İbn-i Haldun’un bu teorisini Avrupalı bedevi kabilelere de çok rahat uygulayabiliriz.
Bu teoriye göre küçük kabileler sayıca kalabalık ve asabiyeti güçlü olanlara tabi olurlar. Asabiye kavramı İbn-i Haldun sosyolojisinin önemli kavramlarından biridir. Tarihte önemli işler yapan toplumlar özellikle bedevi kabileler asabiyeti güçlü olan kabilelerdir. Asabiyeti güçlü olmayı dayanışma gücü olarak tercüme edebiliriz.
Bu teoriyi Osmanlı toplumuna da çok rahat uygulayabiliriz. İbn-i Haldun bizzat kendisi bu teoriyi İslam tarihine de uygulamıştır. Haklı olarak bu duruma itiraz edip diyebilirsiniz ki Hz. Peygamber de ona tabi olanlarda şehirli idi. Çölde yaşayan bir bedevi toplum değillerdi. İbn-i Haldun bunu şöyle açıklar; Mekke toplumu bedevi bir toplum değildi ama bedeviliğe yakın bir toplumdu. Kureyş toplumunun asabiyeti güçlü idi. Bedevi toplumların en önemli özelliklerinden biri asabiyetlerinin güçlü olmasıdır.
Medeniyet şehir hayatı ile ortaya çıkan bir şey. Fakat enteresan olan paradoksal bir biçimde şehre yerleşen bedevi toplumların zamanla asabiyetinin zayıflıyor olması. Şehirlerde medeniyet ortaya çıkıyor, bilimler, sanatlar ortaya çıkıyor fakat bedevi zamanlardaki dayanışma gücü şehir hayatı ile birlikte aradan zaman geçtikçe gevşiyor ve kaybolabiliyor. Bu bir paradoks yani bir takım şeyler gelişiyor bir takım şeyler ise kayboluyor.
İbn-i Haldun mülkü devlet kavramı yerine kullanır. Bizde öyle kullanıyoruz “Adalet mülkün temelidir.” deriz mesela. Devlet kurabilirse bir bedevi toplum çoğunlukla kendine bir başkent kurar ve ya mevcut başkente yerleşir. Osmanlıların İstanbul’a yerleşmesi gibi ve yahut yeniden şehir kurar Abbasilerin Bağdat şehrini kurması gibi ve kurumsallaşır. İbn-i Haldun bedevi toplumun hadariliğe mülkle geçtiğini Mukaddime’nin üçüncü bölümünde anlatır. Bu bölümde hilafetten, imametten ve Peygamber döneminden başlayarak İslam kurumlarından bahseder. Onun için de bir kurum tarihçisidir diyoruz. Dördüncü bölümde de daha önce ifade ettiğimiz gibi şehir tarihinden bahseder. Kurulan bu devlet bir medeniyet oluşturuyorsa öncelikle başkenti olmak üzere diğer büyük şehirlerinde medeniyeti oluşturur. İbn-i Haldun Mukaddime’nin beşinci bölümünde ekonomiyi anlatır. Bu şu demektir; tarihçilik toplumların uğraştıkları ekonomiyi, ekonomik ilişkileri bilmeyi gerektirir. Her türlü ekonomi bunun içinde mevcuttur; çiftçilik, şehirde meydana çıkan ekonomik faaliyetler ve ilişkiler, her türlü meslekler zanaȃtler. İbn-i Haldun bu bölümde birçok meslek ve zanaȃtten bahseder. Altıncı bölümse Mukaddime’nin son bölümü ve en geniş bölümüdür. Bilimler ve sanatlardan bahseder ki bir tarihçi bunları da bilmelidir.
İbn-i Haldun derki; İslam tarihçilerinin en büyükleri dahi toplum tipolojilerini bilmedikleri için bir takım hatalara düşmüşler ve kendi kitaplarında bazı olmayacak rivayetlere de yer vermişlerdir. Dolayısıyla tarihçi tarih metodunun en temel ilklerinden olan tenkid bilhassa metin tenkidi yapmalıdır. Bilgiyi akıl süzgecinden geçirmelidir. Hangi akıl o? Sosyolojik donanıma sahip olan akıl.
Rivayetlerde bir senet vardır bir de metin vardır. İlk birkaç yüzyılda rivayetlerin hangi kanaldan geldiği bilinir. İbn-i Haldun der ki; tarihçi önce senede değil tarihi rivayetlerin metnine bakmalıdır.
İbn-i Haldun kitabında örnekler verir. Bizim İslam tarihi kaynaklarımız Hz. Musa ve kavminin Sina Yarımadası’na yürüyüşlerinde altı yüz bin savaşçı mevcut olduğundan bahseder. Bu sayıda insanın pratikte kontrolü zor olacağını bu durumun akla ve mantığa aykırı olduğunu, bu rivayetin senedi ne olursa olsun metnin mümkün olamayacağını söyleyerek, bu rivayet gerçekçi değildir, der ve eleştirir.
Bu konuda siyasi-askeri ve biyolojik birkaç konuya daha dikkat çeker. İsrailoğulları Filistin’den Hz. Yusuf zamanında Mısır’a geçtiler ve o zaman sadece yetmiş kişi civarında idiler. Hz. Yakup ve Hz. Musa arasında dört nesil var ve sadece dört nesilde bu sayıya ulaşılması mümkün değil. Dolayısıyla bu rivayeti reddetmek gerekir.
İbn-i Haldun “Tarih metodunda tarihçi elindeki tarihi bilgiyi değerlendirirken biyolojiyi, astronomiyi, kimya ve diğer tabiat ilimlerini, göz önünde bulundurmalıdır.” der.
İbn-i Haldun’un tarih metodunu ana hatları ile özetlemeye çalıştım. Teşekkür ediyorum.{jcomments on}

Hazırlayan: Hatice Polat

 

Önceki Yazı

Ziyaretçi Defteri

Sonraki Yazı

Cumhuriyet Epistemolojisi Çerçevesinde Kadın Söylemi ve Günümüze Etkisi

Bunlar da ilginizi çekebilir

1 Yorum

  1. Elinize sağlık cidden simdiye kadar okuduğum en iyi yazılardan biri çok anlaşılır ve güzel yazmışsınız

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir