Globalleşme

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Doç. Dr. Numan KURTULMUŞ

“Dünyadaki siyasal ve ekonomik sistem I. Dünya ve II. Dünya Harbi gibi, iki önemli olay ve sonra 1941’de Atlantik Paktı vb. ile şekillenmeye başladı. Bu sistem, ABD’nin hâkim olduğu finansal ve iktisadi bir sistemdi. Zaman içerisinde birçok değişikliklere uğrayarak 1980’li yılların başına kadar süren bu sistem ayrıca merkez güçlerin Doğu-Batı diye ikiye ayrıldığı, nükleer silahların yoğunlaştığı bir savunma mekanizması ve bu nükleer savunmanın içine dâhil olmak isteyen ülkelerden oluşan bir dünya sistemiydi.

1985’ten sonra Sovyet blokunun çözülmesi, başka bir açıdan okunursa Rusya’nın global bir güç olmak yerine, tarihi kimliğine binaen Avrupalı bir güç olmayı tercih etmesi sonucu iki kutuplu olan dünya sistemi çözülmeye ve güç dengeleri yerine güç denklemleri kurulmaya başladı. Dünyanın birçok farklı yerinde alt bölgeler oluştu yani uluslararası sistem iki kutuplu olmaktan çıkıp birden fazla değişkenin hüküm sürdüğü yeni bir sisteme doğru döndü.

Dünya bu anlamda alt bölgelerde siyasetin oluştuğu çok farklı girift bir döneme doğru gidiyor. Diğer taraftan İMF, Dünya Bankası, GATT ve BM gibi uluslar arası kuruluşların da fonksiyonları azaldı.

1991’deki Irak çıkarmasında sekiz müttefiki varken bu son çıkarmada sadece İngiltere Amerika’nın yanında yer aldı. Dolayısıyla Hür Dünya İttifakından geriye Anglo-Amerikan ittifakı kaldı. Eğer bu kriz sürerse Amerika’nın bu denklem içerisindeki ağırlığı giderek düşmeye devam edecektir.

Güç gösterisine paralel olarak ortaya çıkan durum dünyadaki eski güç tanımlarını hızla değiştiriyor. Buna binaen özellikle bizim gibi imparatorluk bakiyesi bulunan ve bir takım global iddialar sürdürme temayülünde olan ülkelerin çok önemli avantajları bulunmaktadır. Bizdeki sıkıntı dünyadaki bu gelişmeleri algılayacak, iyi analiz edecek siyasi basiretin ve kararlılığın olmamasıdır. Eğer basiret ve kararlılık sağlanabilirse, Türkiye bu denklem karşısında önemli bir avantaj elde edecektir.

Amerika kendi içerisinde de bir takım sıkıntılar yaşamaktadır. Bir yandan bütün dünyaya Amerikan kültürünü pompalarken diğer yandan farklılıklarıyla birlikte üst kimlik oluşturamaması, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, aile yapısındaki çözülmeler, sosyal politikanın giderek zayıflaması, suç oranlarının artması, enflasyonun yükselmesi ve işsizlik ciddi mânâda yaşanan sıkıntılardır.

İnsanlık tarihinde global güçler, sistemin iyi işlemediği çözülme zamanlarında, dış seferlere yönelerek daha saldırgan bir hal alırlar. Şimdi bu büyük güç kendi içinde sosyal, iktisadi, siyasi problemler yaşamakta ve bu çözülmeyi gizlemek içinde uluslararası güç gösterilerine girişmektedir.

Uluslararası sistemde başka bir gündem konusunu da global kriz oluşturmaktadır. Bu kriz sadece para piyasalarına mı hâkim yoksa bütün sektörleri kuşatacak nitelikte mi? Ayrıca bu kriz konjönktürel mi yoksa yapısal mı? Bütün dünya bunları merak ediyor. Global kriz niteliği taşımaya başlayan, içinde bulunduğumuz dönemdeki iktisadi gelişmeler hem yaygınlaşma hem yapısal olma eğilimindedir. Yani kapitalist sistem, kendi bünyesi içinde çok ciddi değişimlerle karşı karşıyadır. Bu dönüşümler çok önemli dönüşümlerin de habercisidir. Yapısal değişimin temelinde1970’li yıllara kadar devam eden sanayileşmeden sonra bilgi çağının girmesi ve yeni iktisadi yapının ortaya çıkması yatmaktadır.

Sanayileşme çok büyük toplumsal sorunları beraberinde getirdi fakat itiraf etmek lazım ki ortadirek dediğimiz insanları da zengin etti ve çok iyi tüketici haline getirerek çarkı döndürdü. Bu durum 1970’in başındaki petrol krizine kadar devam etti. Krizden itibaren üretim maliyetleri çok yükseldi ve sanayi toplumunun omurgasını oluşturan petro-kimya tesisleri, otomotiv sektörü, çelik endüstrisi gibi alanlardaki müteşebbisler geri çekildiler. Bu alanların yerini hizmet sektörü, ileri teknoloji alınca, sermayenin hareketliliği, iş gücünün niteliği değişti. Sonuç olarak da sanayi toplumunun müreffeh tüketicileri olan ve sistemi ayakta tutan ortadirek, alım gücü düşen bir grup haline geldi.

Batıda sanayideki üretimin yerine çok ciddi ve temel bir sorun olan intouchable ekonomi geçmiştir. Bu ise elle tutulmayan, gözle görülmeyen bankacılık, sigortacılık ve reklamcılık sektörlerinden oluşmaktadır. Bunlar fiili olarak ortada olmayanı satıyorlar ve dünyadaki üretimin sekiz katını elde ediyorlar. Tarihin hiçbir döneminde bu kadar büyük bir çarpıklık ve gayri ahlaki yapı ortaya çıkmamıştır ve bu yapının böyle devam etmesi de mümkün değildir.

1975’ten sonra sanayi sektöründeki daralmalar daha da yoğunlaşınca gelişmiş ülkeler üç strateji geliştirdiler. İlk olarak ellerindeki eski teknolojileri azgelişmiş ülkelere transfer ettiler. Sonra çok uluslu şirketleri devreye sokarak sermayenin uluslararasılaştırılmasını sağladılar. En son -Ortadoğunun başının sıkıntıdan kurtulamamasının sebeplerinden birisi olan- petrol ve doğalgaz gibi mevcut üretim girdilerini mümkün olan en düşük maliyetle almaya devam ettiler.

İktisadi alanda yapısal olan çözülmeye hem üretici hem de tüketici sebep olmuştur. Zengin gruplar, üretimde yeni yatırımlara kar marjını yüksek görmedikleri için yönelmiyorlar ve paralarını ranta yatırıyorlar. Kendi ülkelerinde çok düşük faizlerle para alıp verirken bizim gibi ülkelere -özendirerek- yüksek faizli paralar gönderiyorlar. Bu durum sadece gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasında değil kendi iç bünyelerinde de ciddi uçurumlar ortaya çıkarıyor. Tüketim tarafında ise Batıda 20-30 sene evvelinden kalmış mal ve hizmetlerin “yeni mal ve hizmetler” adı altında maalesef bizim gibi ülkelere sunulduğunu görüyoruz. Bu manzara aslında medeniyetlerin yer değiştirmesini de ifade ediyor.

İnsanlık tarihi boyunca iki farklı medeniyet anlayışı var olmuştur. Birisi ilk insandan itibaren bütün medeniyetlerin birbirinin devamı ve birbirlerinin üzerine bir şeyler ilave ederek geliştiği görüşü iken diğeri de iki farklı medeniyet çizgisi olduğu, bunlardan biri yükselirken diğerinin düştüğünü ifade eden görüştür. Bu görüşe göre çizgilerde kesişme noktalarına gelindiğinde dünyada çatışmalar baş gösterir.

Dünyada her dönemde mutlaka bir cazibe merkezi ve cazibe merkezi olmaya aday medeniyet havzaları olmuştur. Şu anki merkez, ister kabul edelim ister etmeyelim duraksama eğiliminde hatta düşme trendinde olmasına rağmen Amerika’dır. Bir zamanlar Bağdat’tı, İstanbul’du, Mısır’dı?… Zamanında bunlar da alternatif medeniyet havzaları yükseldikçe cazibelerini yitirdiler.

Global iktidarı taşıyan her medeniyet havzası, her kültür, kendi değerlerini global, evrensel değerler haline getirir. İşte biz de kendi düşünce ve değerlerimizi evrensel sınırları zorlayan bütün insanlığa mal edilebilecek değerler olarak ortaya koyabildiğimiz oranda bunu başarabilir ve medeniyet savaşını kazanabiliriz diye düşünüyorum. Türkiye’de siyaset yapmanın da bu perspektife oturtulmasını zaruri görüyorum. A partisi, B partisi şeklindeki kısır çekişmelerin, Türkiye’ye vakit kaybettireceği ve bu ülke insanına hiçbir fayda sağlamayacağı kanaatindeyim.”

Not: programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.

Hazırlayan: Özer Çelebi

 

Önceki Yazı

Örtü

Sonraki Yazı

Yeni Dünya Düzeni

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir