Filistin Nasıl Yahudi Yerleşim Yeri Oldu

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Dr. Kevser Topkar

6 Ocak 2018

İki haftadır Ortadoğu hakkında yaptığımız toplantılarda Prof. Dr. Zekeriya Kurşun Hoca, Ortadoğu ve İslam coğrafyasının aynı anlama geldiğini, Ortadoğu’yu kastederken aslında İslam coğrafyasından bahsettiğimizi söyledi. Bugün biraz daha özel bir coğrafya üzerine, yani Filistin tarihi üzerine konuşacağız.

10 yıl boyunca Yahudi göçleri üzerinde çalıştım. Uzun yıllar Osmanlı arşivlerinde Yahudilerin dünya üzerindeki dağılımı ve serüvenleri hakkında arşiv belgeleri topladım, daha sonra doktora tezimde özel olarak Alman kolonileri üzerine çalıştım. Bu şekilde gündemime Filistin meselesi de girmiş oldu.

Filistin’deki demografik yapı günümüzde çok fazla bilinmiyor. Sanki orada yaşayanlar sadece Araplar ve Yahudilermiş gibi algılanıyor. Oysa alt yapıda çok ciddi bir Alman etkisi vardır. Bu konunun hiç konuşulmaması bu topraklarda Alman varlığını görünmez kılıyor. Bunun siyasi bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. 1950’lere kadar burada Alman nüfus var. 1950’de son kalan 3 Alman ailesinin de göçmesiyle birlikte Filistin’de Alman varlığı da sona ermiştir. Şimdi geçmişten günümüze Filistin’in demografik yapısına biraz daha yakından bakalım. Tarihte Filistin denilen siyasi bir yapı yok, Filistin o tarihlerde bir bölgenin adıdır. Bizdeki sancak kavramıyla ifade edilen bölge gibidir. Filistin coğrafyasıyla kast edilen bugünkü Suriye’nin Şam dışındaki bölümü, Ürdün, Lübnan ve Filistin’inin tamamıdır. Yani günümüzdeki Filistin’den çok daha geniş bir coğrafyadan söz ediyoruz.

Hz. Süleyman zamanında takriben 7 milyon nüfusu olan bölge Girit’ten de göç almış, Batı’dan gelen Hıristiyan yerleşimleri de söz konusu. Bölgenin bu denli önemli olmasının nedeni, nehirler, göller, dağlar, göç ve ticaret yolları, tarım havzaları ve aşağı açılan son kara parçası olmasındandır. Tarihe baktığımız zaman aslında Yahudiler yerine Hıristiyanlarla anılan bir bölgedir. Çünkü Hz. İsa burada doğmuştur ve Hıristiyanlık da burada yayılmıştır.

Bölge Hıristiyan hakimiyetindeyken burada yaşayan Müslüman Araplara ve Yahudilere Hristiyanlar tarafından sistematik olarak soykırım uygulanmıştır. İslam’ın ilk kıblesi olması hasebiyle ilk Müslümanlardan günümüze ilgiye mazhar olmuş olan Kudüs, Hz. Ömer tarafından İslam topraklarına dahil edilmiştir. Ardından yıllarca süren haçlı seferleri ile bölge Hristiyanlaştırılıyor. Filistin her üç din içinde çok önemli kutsallıklar barındırdığı için sürekli bir cazibe merkezidir. Mesela, Müslümanların ilk kıblesi oradadır, Yahudilerin ve Hristiyanların da hac mekanıdır. Ziyaret edilme zorunluluğu olan bir yerlerdir. Bu yüzden de bu toprakların kime ait olacağı konusu insanlık için çok ciddi bir çıkmazdır.

Bölgenin en özgür olduğu dönem Hz. Ömer’in fethinden sonraki her üç dinin mensuplarının da burada rahatça yaşayabildiği dönemdir. Fetihten sonra da Yahudilerin istedikleri zaman gelip eski muhitlerinde bulunmalarına imkan tanınmıştır. Hz. Ömer döneminden haçlı seferlerine kadar geçen dönem rahat iken Hıristiyanların hakimiyetiyle birlikte zaman zaman hem Müslüman Araplara hem de Yahudilere sistemli olarak soykırım uygulanmıştır. Hıristiyanlar diğer unsurların bu coğrafyada yaşamalarına izin vermemişlerdir. Öte yandan Haçlı seferlerinin sadece dini değil siyasi sebepleri de vardır. Bu dönem Batı’nın sıkışmış olduğu, açlık yoksulluk geçirdiği bir dönemdir. Dolayısıyla bu seferlerin arkasında hem dini, hem siyasi, hem de ekonomik sebepler vardır. Haçlı Seferleri boyunca Kudüs Hıristiyanlaştırılmıştır. Sonrasında gelen Selahaddin Eyyubi döneminde her üç dinin mensupları da rahat bir şekilde hem ibadetlerini yapabilmişler, hem hukuki sistemlerini geliştirmişler, hem de barış ortamında yaşama fırsatı bulmuşlardır. Dünyada böyle 3 dinin merkezi olması, 3 farklı milletin bir arada yaşaması açısından özgün bir başka model yoktur. Onun için Kudüs’ün çevresindeki yerleşim alanlarını da katarak söylüyorum ayrı bir önemi ve değeri vardır. Bölge en son Osmanlı hakimiyeti altında 300-400 yıl özgür bir süreci yaşadıktan sonra ne oldu da düzen bozuldu. Aslında düzen sadece burada bozulmuyor. Osmanlı’nın ilk kaybettiği toprak Kırım, ondan sonra Doğu Avrupa toprakları Eflak, Boğdan, Balkanlar, Adalar daha sonra sıra Kudüs’e geliyor. Osmanlı toprak kaybetmeye başlamasıyla bu bölgede emelleri olan ülkelerin harekete geçmesiyle sorun başlamış oldu. Emelleri doğrultusunda dünya devletleri Osmanlıdan birer parça koparma hevesine girdi. Zaten Osmanlının uç kısımları koparılmaya başlanmıştı. Kudüs’te Ortodoksların temsilcisi olarak Rusya, Katoliklerin Fransa ve Protestanların temsilcisi olarak İngiltere hamilik iddiasında bulunarak hak sahibi oldular. Bu devletler Tanzimat’la birlikte kendi vatandaşları için sosyal hayat düzeni, hukuk düzeni ve ticari ayrıcalıklar gibi taleplerde bulunmuşlardır. Bu ayrıcalıklar zamanla siyasi ayrıcalıklara doğru kaymıştır ve bu ülkeler kendi halkları üzerinden bölgeyi kontrol etmek istemişlerdir. Yine de İngilizlerin bu bölgeyi fiili işgallerine kadar dünyanın hiç bir yerinde Müslümanların olmadığı bir Kudüs tahayyülü yok, böyle bir şey düşünülmüyor bile. Yönetimde yine Müslümanlar olacak şeklinde bir düşünce söz konusu. Ama biliyoruz ki öyle olmuyor.

Aslında Osmanlının son zamanlarında II. Abdülhamid tarafından Yahudilere toprak satımının yasaklanması gibi bazı tedbirlerin alındığını biliyoruz. Bundan da önce yabancıların bölgedeki inisiyatiflerine müdahale etmek için Abdülaziz döneminde de 1868-69 yıllarında bir düzenleme yapılmıştır. Abdülaziz Almanya’dan Templer cemaatine bağlı 30 aile getirip Hayfa’ya yerleştirmiştir. Bu aileler bu coğrafyanın aslında kaderini belirleyen ve orada çok ciddi imzası olmuş ailelerdir. Bunlar Tapınakçılar dediğimiz Hıristiyanlardır ve Batı’daki reform hareketlerinden rahatsız olan radikal bir gruptur. Hıristiyanlığın aslının bozulduğunu düşünmüşler, orijinal metinlere bağlı kalmaya çalışmışlar ve kendi şehirlerinde kapalı bir cemaat olarak yaşamışlardır. Sonrasında Kudüs Hz. İsa’nın doğduğu yer olduğundan dinlerini arı ve saf bir şekilde ancak Kudüs’te yaşayabileceklerini düşünüp oraya yerleşme talebinde bulunmuşlardır. Abdülaziz o dönem Osmanlı üzerindeki Fransa etkisinden rahatsız olduğu için bu talebi kabul etmiştir. Böylece Almanya’yı devreye sokarak Fransa’nın tesirini dengelemeye çalışmıştır.

Yahudilere gelince, Yahudilerin tarihine baktığımızda sürekli sürgün ve göç hikayeleri ile karşılaşırız. Konumuz itibariyle gerçekleşen ilk göçü Müslümanlarla birlikte Endülüs’te yaşamış ve Osmanlı topraklarına sığınmak zorunda kalmışlardır. Bu dalga birinci Yahudi göçüdür. İkinci göç 1881 yılında Rusya’dan Osmanlı topraklarına, Amerika ve Kanada’ya olmuştur. Çarlık Rusya’sında ekonomik temelli gerekçelerle Yahudiler toplum düzenini bozan unsur olarak değerlendirilmiştir. O dönemin belgelerinde alkol kullanmadıkları halde sattıkları, tefecilik yaparak insanları zor durumda bıraktıkları görülüyor. Çarın öldürülmesi olayında da Yahudilerin parmağı olduğu söylense de resmi belgelere bakılırsa asıl sebep ekonomiktir. Bu dönemde asker, sivil, kadın çocuk demeden Yahudilerin binlercesi öldürülmüştür. Rusya’dan kaçan onlarca gemi Karadeniz ve Akdeniz limanlarına, İstanbul’a ulaşmıştır. O dönemde bulaşıcı hastalıklar nedeniyle Karantina olgusu var; veba, kolera çok yaygın. Gemileri limana yaklaştırmadan önce karantinaya alma ihtiyacı oluştuğundan Osmanlı’da karantina teşkilatı kurulmuştur. Büyük çapta gerçekleşen Yahudi göçüne yönelik iskan politikası geliştiren Osmanlının bulduğu yöntem göç edenleri 30’ar aile olarak ülkenin çeşitli şehirlerine yaymak olmuştur. Bu politika gereği hiç bir yerde 31. aileye izin verilmemiştir. 3. Yahudi göçü Batı Avrupa’dan Fransa ve Almanya’daki sanayi devriminden sonra yapılan Yahudi soykırımından sonraki göçtür. İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasında Yahudilerin çok fazla katkıları vardır mesela. Osmanlıda sahil şeridinde olan Müslümanların hepsi ekmeklerini bu gelen insanlarla paylaşmışlardır. Halkın o gemilere teknelerle ekmek kıyafet taşıdıklarına dair elimizde onlarca belge var. Aynı şu andaki Suriyelilere yaptığımız yardımlaşma gibi.

Kudüs’teki Yahudi nüfusu 19. yy’a gelene kadar 2 bin kişinin üzerine çıkmazken göçlerden sonra artmaya başlamıştır. Yahudiler Özgür Basın gazetesinin muhabiri olan Theodor Herzl’in önderliğinde Siyonizm fikrini halka pompalamaya başlamışlardır. Siyonizm, Tevrat’ın kendilerine vaad etmiş olduğu Filistin topraklarında devletlerini kurma amacını benimser. Tarihte hiç devletleri olmamış olan Yahudiler için bu düşünce ilgiyle karşılanır. Theodor Herzl bu siyasi düşüncenin alt yapısını oluştururken, Rothschild ailesi de en büyük ekonomik desteği vermiştir. Theodor Herzl İngiltere, Fransa ve Amerika ile görüşmüş, Osmanlı ile de görüşmek istemiş, bunun için İstanbul’ da uzun süre kalmıştır. Fakat burada bir netlik yoktur; kimileri Abdülhamid’in görüşmeyi kabul etmediğini, kimileri de kabul ettiğini söylemişlerdir. Herzl’in talebi orada toprak satın alıp, ayrıcalıklara sahip olma ve Yahudi devletini kurma yönündedir. Abdülhamid kesinlikle yeni bir azınlık sorunu istemediği için buna izin vermemiştir. Osmanlı coğrafyasında tüm topraklar padişaha aittir, kişiler sadece toprakların üzerinde yaşama ve kullanma hakkına sahiptirler. Fakat gayrimüslimlerin kendi malı olan yerleşim yerleri vardır. Kudüs’te de hem Hıristiyanların hem de Yahudilerin sahip oldukları mülkler üzerinde kendi hakları vardır. Bu hakları sabit olmakla beraber o dönem yeni bir toprak almaları yasaktır, yeni yerleşim hakları da engellenmiştir. Fakat Fransızlara, Almanlara yerleşme hakkı tanındığından, Yahudiler 1800’lü yılların sonundaki 25 yıl boyunca diğer ülke kimlikleriyle bu topraklara sızmışlardır. Sonrasında gelenlerin hepsinin Yahudi olduğu yavaş yavaş anlaşılmış, ciddi bir panik yaşanmıştır. Farklı pasaport renkleri uygulaması gibi tedbirler alınsa da bu insanların yerleşmesi önlenememiştir. Gelen Yahudiler hem çalışmayıp hem de oradaki yerli halkla sürekli bir çatışma haline girmişlerdir. Bir yandan da tüm dünya Yahudileri buraya para akıtmaya devam etmiştir. Devlet bunlarla mücadele etmekte oldukça zorlanmıştır.

1908 yılında Rupin tarafından yapılan nüfus sayımına göre Kudüs’ün toplam nüfusu 123 bin iken bunun 45 bini Yahudi’dir. Osmanlı verilerine bakılırsa da 120 bin kişilik bir nüfus vardır ve 18 bin kadarı Yahudi’dir. Yani arada dağlar kadar fark vardır. Burada muhtemelen siyasi sebepler var. Osmanlı özellikle nüfusu az göstermiş de olabilir. Osmanlı imparatorluğu Yahudilerin gelişini engellediğinde Yahudiler artık yok zannetmiştir halbuki Yahudi koloniler İngiliz diye geçmektedir. Fakat Rupin bir Yahudi olarak kolonilerin başında olduğu için bu ayrıntılara vakıftır ve muhtemelen tespit ettiği sayılar doğrudur. Abdülhamit’ten sonra gelen İttihat ve Terakki döneminde Yahudilere uygulanan yerleşme, toprak satın alma yasakları tamamen kaldırılmıştır. Yani 1914-18 Birinci Dünya Savaşı döneminde artık Kudüs’te, Filistin topraklarında ciddi bir Yahudi nüfus vardır.

Demografik yapı sonraki dönemlerde de Yahudilerin lehine çok hızlı bir şekilde değişmiştir. Günümüzde de politikaları yine aynıdır. Ev ev, sokak sokak Araplar’ın evlerini önce satın alarak, satın alamıyorlarsa onları yıldırarak, yakınlarındaki evleri bombalayarak, sularını elektriklerini keserek, evlerini yıkarak yavaş yavaş yayılmaya devam etmektedirler.

Hazırlayan: Zeynep Sena  

 

Önceki Yazı

Ayşen Gürcan

Sonraki Yazı

Gezi Yazısı: Sisler İçinde Söğüt

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir