Doç. Dr. Rahmi Oruç GÜVENÇ
“Türk müziğinin tarihçesiyle ilgili araştırmalar yaptığımızda bazı önemli kaynaklara ulaştık. Bunlardan bir tanesi; Çin tarihçisinin yazdığı bir kitap. Burada, Türklerle ilgili M.Ö. 3000 den M.S. 2000’e kadar olan 5000 yıllık tarih dünya kamuoyunun gözleri önüne seriliyor. Fakat bizim tarihçiler Göktürklerden öteye gidemiyor. Bu ise en fazla 2500 yıllık bir tarih demek oluyor.
Başka bir bilgi ise; Doğu Türkistan’da Mülçe nehri kıyısında kayalar üstünde dans eden insan figürüdür ki arkeologlar bunun tarihini 6000 ila 8000 yıl öncesine götürüp belgeliyorlar. Bir diğer bilgi; Azerbaycan’da Gobustan kayalığı denilen bir yerde yine dans eden insan figürüne rastlanıyor. Bunun tarihi de 1200 ila 14000 yıl öncesine ait.
Çin tarihçisi devam ediyor ve diyor ki: “Kuzeyden ve batıdan gelen birçok Türk tesiri Çin kültüründe görülmüştür. Hayvan terbiyeciliği, seramik sanatı, tiyatro, şiir, müzik, dans v.s. Bu arada pek çok önemli Türk müziği malzemesi ve melodi bilgisi Çin kayıtlarına isim değiştirerek geçmiş ve dünyaya Çin kültürü olarak tanıtılmıştır.”
Türk müziği aletleri ve melodileri –ki biz buna Pentatonik müzik diyoruz- hasta tedavisinde de kullanılmıştır.
Batı musikisindeki majör ve minör dizisine karşı Türk musikisinde 400 den fazla makam teşekkül etmiştir. Bu makamlara ait bilgiler günümüze kadar gelir.
Elimizde 200 yıllık Haşim Bey mecmuası isimli bir kitap var. Burada, musiki makamlarının insan vücudu üzerindeki tesirleri gösteriliyor. Günün hangi saatinde hangi makam dinlenmeli, hangi burcun insanı hangi makamı dinlemeli gibi bilgiler içeriyor.
Tümata’nın amacı, müzikle tedavi konusunda, içinde Türk’ün bulunduğu her türlü bilgiyi toplayıp ses getirmekti ve bu zamana kadar ilgi gördü. Bugün dünyada 12 tane müzikle tedavi merkezi, 6 tane de okul var. Avusturya’da açılmış olan okul mezun da verdi.
Berlin’de Hannover Üniversitesi Fizyoterapi Bölüm Başkanı Doç.Dr. Leopold Gudjahr’a çalışmamızı ve 200 yıllık kitabı götürdük çok etkilendiğini ve benzer şeyleri onların da bulduğunu söyledi. Beyinde bulunan üzüntü, mutluluk, rahatlama, açlık ve saldırganlık gibi bir takım kalıplar üzerinde çalışıyordu. Biz ona kasetler hazırladık ve o 25 Alman denek üzerinde bu çalışmaları denedi sonra bize gelişmeler olduğunu söyledi. Daha sonra bu programı İstanbul’dan dünyaya tanıttı. Komadaki hastalara bu hazırladığımız müzik dinlettiriliyor ve hastalar komadan çıkıyor.
Rahmetli Ayhan Songar hocayla böyle bir merkez kurup onun eğitimini vermek istemiştik ama ömrü vefa etmedi. Marmara Üniversitesi’ne geçince, bu projeyi orada devam ettirmek üzere görevlendirildim fakat talep olmadı. Maalesef acı bir gerçektir ki her alanda olduğu gibi bu alanda da yaptığımız çalışmalara -bizde ciddiye alınmadığı için- başkaları sahip çıktı.
Müspet ilim, musikinin insan duygularını değiştirdiğini tespit etmiştir. Halbuki binlerce yıl önce ecdadımız Orta Asya’da bu konuyu incelemiş, sistematiğini oluşturmuş ve günümüze kadar eserler intikal ettirmiştir.
Bu girizgahtan sonra Türk toplumunda eskilerden bugünlere kadar geçirilen musiki safhalarını ele alalım.Sosyal-psikiyatrlar ve antropologlar “Musiki dilden önce gelişmiştir derler. Çünkü dil yüksek fonksiyonları ihtiva eden bir oluşumdur. Dilin oluşması için sözgelimi sembollere, hafızalara ihtiyaç vardır. Fakat musiki insandan ve insanın varolmasından önce de vardı. Kuş seslerini düşünelim onlarda birbiriyle çelişen, rahatsızlık veren bir şey yoktur. Başka hayvan seslerinde de melodik yapılar vardır. Rahmetli Süheyl Ünver Hoca; eşek rast makamında anırır, horoz dilkeşahveran makamında öter diye söylemişti.
Eski şaman döneminde her insanın bir melodisi olduğuna kanaat getirilmişti. Eskimolarda da ava çıkacak kişinin şamana giderek avını kolaylaştırsın diye melodi satın aldığı söylenir.
Şamanlar toplumda özel yeri olan kişilerdir. Bunlar her türlü maddi endişeden uzaklaşmış kendini manevi iklime vermiş ve toplumun manevi ihtiyaçlarını karşılama yükünü üstlenmiş kişilerdir. Ata ruhundan beslenirler. Ondan öteye geçtiği zaman da Göktanrı vardır ki her ikisi de soyut kavramlardır. İnançlarındaki soyuta aşinalık, onların İslam’ı kabulünde kolaylaştırıcı unsur olmuştur.
Şamanlar içerisinde Baksı veya Kam denilen özel kişiler vardır. Bu hekimler musiki ve musikinin ritmini, trans haline geçmek için kullanırlarmış.
Peki trans nedir?
Münih Müzik Akademisi Müzik Pedagoji Bölümü Başkanı Prof. Mastnak’ın şöyle bir açıklaması vardır: “İnsanı biz genel manada inceleyecek olursak üç önemli nokta görürüz:
1.Rasyonel kişilik. (akılcı kişilik)
Görmeye, duymaya, hafızaya, bilgiye dayalıdır. Açık-seçik madde alanımızla bağlantılıdır.
2.Rüya ve uyku.
Rasyonel kişilikte kontrol ve bilinçlilik varken bunda kontrol yok. Burada insan kendi inisiyatifinden çıkıyor ve başka bir kontrolün içine giriyor.
3-Trans hali.
Bu halde iken de şuurlu kontrol gerilere gidiyor. Öyleyse bizim akılcı kişiliğimiz ancak 3/1 kadardır. 3/2 si ise kişiliğimizin bilinmeyen ve kontrol edemediğimiz tarafıdır. Bilinmeyen kişiliğimiz Freud’un buzdağı benzetmesini andırıyor. Ona göre buz dağının 7/1 i su üstündeki görünen kısım, 7/6 sı ise suyun altındadır. Bizim de esas kişiliğimiz o görünmeyen, bilinmeyen 3/2 lik kısmımızdır.
Müzik, kişiliğimizin 3/2 lik bilinmeyen kısmını etkiler. Baksılar ve Kamlar, kişiliğimizin bu bilinmeyen kısmına yönelik çalışmalar yapan kimselerdir.
3-4 ay önce, nörolojik çalışmalar bünyesinde yeni bir bilgiye ulaşıldı. Bu da; “Trans halindeyken bütün beyin fonksiyonları yavaşlamasına rağmen beynin arka bölümü görmeyle ilgili işlemleri yerine getirdiği anlaşılmıştır.” Şöyle izah edebiliriz: Ben bu kül tablasını şu an görüyorum. Gözümü kapattığım zaman ise benim için artık onun imajı var. Ben görmesem de artık onun imajından hareket ederek bahsedebilirim. İşte beyindeki bu merkez trans halindeyken ortaya çıkıyor. Bu ise bazı kimselerin göremediği şeyleri görebilir hale gelmektir. Parapsikoloji dediğimiz bu bilim dalı için bugün dünyada pek çok ülke, gelirlerinin büyük bir kısmını bu araştırmalar için ayırmıştır, maalesef Türkiye hariç. Özellikle Amerika ve Rusya bu konuda öndedirler.
Kamların ve Baksıların trans halinde kullandıkları müzik, eski türk müziğinin kökünde olan ve bizim bugün pentatonik dediğimiz müzik türüdür. Beş seslilik bu müzikte önemli bir noktadır. En eski müzik tarzı olan caz müziğinde de beş seslilik kullanılır. Bizdeki bazı müzisyenler ise pentatoniği ilkel müzik olarak niteleyip önem vermezler.
Rahmetli Adnan Saygun bir kitabına Macar araştırmacıdan aldığı pentatonizmin yayılış haritasını koymuştur. Bu müzik için çıkış yeri olarak Orta Asya gösterilir. Bering boğazından Amerika’yı, Hazar’ın kuzey ve güneyinden Avrupa’yı etkilediği söylenir.
1979 yılında Londra’ya gitmiştim. Orada dünyanın bir numaralı müzikle tedavi merkezi var ki burada otistik çocukların tedavisi üzerine çalışılıyor. Gittiğimde yönetici bayan çocukların bizi göremeyeceği camlı bir odaya aldı. Piyano çalınıyor ve otuz kadar çocuk da oturmuş dinliyorlardı. Piyanist bir yere geldiği zaman çalmayı bırakıyor ve çocuklar el çırparak bir söz söylüyorlardı. Orada bir çocuk gösterdi, onun üzerinde çalıştıklarını ve her an kilidinin açılabileceğini söyledi. Hakikaten bir ara diğer çocuklar gibi el çırpıp ses çıkardı. Bayan, müzikten başka hiçbir şeyin bu çocuğa ulaşamadığını ifade etti. Orada dikkatimi çeken şu oldu: Kullanılan müzik türü pentatonikti. Onlar bize; “bu müziğin kararlılık ve kendine güven hissi oluşturduğunu tespit ettik” dediler. 1800’ün sonlarında Avrupa’da yaşamış ve çeşitli okullar kurmuş Rudolf Stiener, pentatonik müziğin özelliklerini fark etmiş ve çocukların mutlaka pentatonik müzik dinlemelerini tavsiye etmiştir.
İşte Baksılar da hasta için bunu yapıyorlardı.
Beyindeki duyguların merkezi olan limbik sistemde; neşe, huzur, öfke, gevşeme gibi sinirler bulunmakta. Bu müzikle endorfin denilen hormonun salgılanması kolaylaşır, beyinde ve kaslarda değişiklikler meydana gelir ve anında spazmlar çözülür. Sakinleştirici veya ağrı kesici bir ilaç aldığımızda bu ilacın kana karışıp reaksiyon vermesi için bir zaman geçmesi gerekiyor. Fakat bu müzikle böyle değil.
Ne yazık ki bugün çocukların ve gençlerin eğilimi, propaganda sonucu olumsuz yönde oluyor. Müzik titreşimleri frekans bazında 80 desibelin üstüne çıktığı zaman insan beyninde hücre kaybına sebebiyet veriyor. Örneğin jet uçağı havalanırken 130-140 desibellik bir sesle kalkış yapıyor. Sesleri açılmış bir rock orkestrasının da sesi bu seviyeye ulaşıyor. Bir de ritim bazında dakikada 60-80 ritimli müzikal icraatlar normaldir. Hatta bunlar gevşemeyi sağlıyor ve huzur veriyor. 60’a kadar olan ritimlerde trans imkanı da oluşabiliyor. Ama 80’i aşıp kalp ritminin üstüne çıktığı zaman psikolojide yabancılaşma dediğimiz olay meydana geliyor. Yeni bir şahsiyet ortaya çıkıyor, yaşadığı bu değişiklikten sonra eski haline dönemiyor ve yalnızlığa müptela oluyor. Mesela sadece wolkmen dinlediği için intihar eden çocuklar biliyoruz.
Lokantalar ve süper marketlerde müziğin etkisi üzerine yapılan bir araştırmada, müziğin frekansı 60-80 desibelin üzerine çıktığında kişi ne yediğine dikkat etmediği gibi devamlı yeme isteği, marketlerde de devamlı satın alma isteği oluşuyor.
Bugünün en önemli problemlerinden birisi zararlı müziktir. Onun arkasında zararlı teknoloji, arkasında alkol, arkasında uyuşturucu, arkasında giyim sanayi, bar, diskotek v.s. sonuç dejenerasyon. Türk müziğiyle terapinin tanıtılması ve her kesimin bilgilendirilmesi bu dejenerasyonun da önünü kesmek için önemlidir. Batı bunun öneminin farkına vardı. Dünya Sağlık Teşkilatı Başkan yardımcısının: “Gelecek dönemde tıp biliminin en önemli konusu müzikle terapidir” diye yaptığı açıklama bunun en açık göstergesidir.
• Konfiçyüs şöyle diyor: “Devletlerin karakterini anlamak için onların müziğine bakınız. İnsan hayatının asli gövdesi fazilettir. Musiki ise faziletin çiçek aşamasıdır.”
• Müzikolog Sadettin Arel: “Ben müzikten teselli beklerken müzik bana saadet verdi, bunu hangi büyü yapabilir” demiştir.
• “Bahar ve onun çiçeklerinden, sema ve onda okunan şiirlerden, ud ve onun titreyen sesinden kim zevk almıyorsa onun mizacı bozuktur.” (H.Ş) (Sırru-l Esrar)
• Mevlana Celaleddin-i Rumi, rebabın sıkıntıyı giderdiğini söyler, neyden ,cenk isimli bir aletten, tamburdan bahseder, semanın parlaklığının def sesinden gelmekte olduğunu söyler. Bunlar manidar bilgilerdir. Musikinin ruhani, bedeni, psikolojik etkilerinden bahseden bu bilgilerin dikkate alınmadığı, musikinin yasak olduğu hususunda verilen fetvalar bizim toplumumuzu etkilemiş. Süleyman Uludağ’ın eserine baktığınız zaman musikinin yasak edildiğine dair ayet ve hadis bazında delil yoktur. Sadece bazen musiki yaramaz işlerde kullanıldığından caydırıcı olması için ona dair bir takım fetvalar verilmiştir.”
Not: Programın özeti, deşifre üzerinden hazırlanmıştır.
Hazırlayan: Dilek Karataş