Çağdaş İslam Akımları

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Öğr. Gör. Mehmet Toprak
23.11.2017

İslam dini içinde oluşan mezhepler, Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan yorum farklılıklarıdır. Bu farklılıklar siyasette, dini konularda, tarih içerisinde akarak bugüne kadar gelmiştir. İnsanlar, dinler üzerinden sınıflandırıldığında oldukça bölünmektedir. Yaklaşık 1,7 milyar olan Müslümanları kendi içlerinde Sünni-Şii, Maturidi, Eş’ari gibi ayrımlarla böldüğümüzde elimizde küçük gruplar kalır. İşte geçtiğimiz derslerde bu bölünmeleri konuştuk. Neden bölündük? İslam dünyası diye bir büyük bütün var mı gerçekten, bunları konuştuk.

Vahiy, 610 tarihinde başlamış 632 yılında Hz. Peygamberin vefatına kadar devam etmiştir. Bundan sonra tarihin akışı Hulefa-i Raşidin dönemi, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti dönemi olarak devam etmiştir.

18.yy’da gelindiğinde Osmanlı’nın duraklama ve gerileme dönemi başlamış, 19.yy’da da devam etmiştir. Avrupa’da ise 18.yy. Aydınlanma dönemi olarak geçer. Bilim ve felsefe öne çıkmış, din geri plana atılmıştır. Avrupa sanayi devrimini daha çok buna borçludur. Bu dönemde Kilisenin otoritesine son verilmiş, Kilise dini konularla sınırlandırılmış, ekonomi, bilim gibi konulara karıştırılmamıştır. İşte bu yıllar İslam dünyasının karışıklık dönemidir. Sorun aydınlanmaya nasıl tepki verileceğidir.

  1. Dünya Savaşı sonunda, Osmanlı Ortadoğu’yu, Hicaz’ı kaybedince Müslüman coğrafya artık “ne oldu bize” sorusunu iyice sormaya başladı. Bir zamanlar dünyaya hükmederken ne oldu da bu hale geldik, nasıl eski halimize dönebiliriz? Neden düştük, nasıl kalkabiliriz soruları çağdaş İslami akımların ortaya çıkışının temel sebebidir denilebilir. Osmanlı’yı yeniden nasıl ayağa kaldırabiliriz? Büyük bir imparatorluk çökmüş Müslüman coğrafyanın büyük bir bölümü İngiliz, Fransız, Alman, İtalyanlar tarafından istila edilmiştir. Bunun sebebi din midir? Batı gibi biz de dinimizi bir kenara bırakıp, camiye hapsederek mi ilerlemek durumundayız yoksa dinle birlikte yeni bir model oluşturup bundan kurtulabilir miyiz?

Bu sorulara çözümün gelenekte olduğunu, eğer yeniden eski muhteşem günlere döneceksek geleneğe dönerek, geleneği iyi anlayarak, ona sarılarak yapabiliriz diyenler gelenekçi dediğimiz grubu oluşturdu. Bu gelenekten kasıt daha çok Kuran ve Sünnettir.

Bir başka grup ihya ve tecdit kavramının üzerinde durmuştur. Yani var olan yapının aslında temelleri sağlam ama bazı restorasyonlara ihtiyacı var, bazı yenilemelerle yine eski günlere kavuşabiliriz düşüncesini savunurlar. Genel olarak Batı’nın ilmini alıp, ahlakını almama düşüncesindedirler.

Bir diğer grup ise modernist, reformist dediğimiz, tıpkı Batı’daki gibi bir reforma ihtiyaç olduğunu düşünen, İslam’ın radikal birtakım değişiklikler geçirmeden bunun gerçekleştirilemeyeceği yönünde görüş beyan eden gruptur.

Aslında bu görüşler 19.yy’da başlasa da bugün bu üç grubun temsilcileri aynı iddialarını sürdürmektedirler.

Başka bir grup gelişimin, dönüşümün siyasetle olacağını, yani bir devlet kurarak, siyaset yoluyla ilerlemenin sağlanacağını düşünürken, bir başka grup da bunun silahlı mücadeleyle gerçekleşeceğini savunur. El-Kaide gibi gruplar buna örnektir.

Kısaca, herkes ortadaki hastayı nasıl iyileştirebiliriz diye birtakım reçetelerle ortaya çıkmıştır. O dönemde Pakistan’da Mevdudi, Fazlurrahman, Muhammed İkbal; Mısır’da Afgani, Abduh, Reşit Rıza, Seyyid Kutub, Hasan el Benna; İran’da Ayetullah Humeyni, Ali Şeriati gibi isimler reçete bulmaya çalışan kişilerdir. Türkiye’ye geldiğimizde ise Ziya Gökalp, Said Nursi, Mehmed Akif, Elmalılı Hamdi gibi isimler öne çıkmaktadır. Sonraki dönemlerde ise Necip Fazıl’ın Büyük Doğu hareketi, Sezai Karakoç’un Diriliş hareketi, tarikatlar olarak baktığınızda; Mehmed Zahid Kotku, Mahmud Sami Ramazanoğlu, siyasi ayakta ise Erbakan’ın milli görüş hareketini görebiliriz. Zikrettiğimiz bütün isimlerin amacı Müslümanları mevcut hastalıklarından, zayıflıklarından kurtarmaktır. Kimisi çözümün ilimle, kimisi tarikatla, kimisi siyasetle olacağını öne sürse de amaç hep aynıdır. Tüm bu grupların üzerinde ittifak ettikleri bazı konular vardır. Bunlar;

  • Kuran ve sünnete dönülmelidir.
  • Eğitim sistemi ihya edilmelidir.
  • Hukuk sisteminin ihya edilmelidir.
  • Tarikatlar ıslah edilmelidir.
  • İçtihat kapısı açık tutulmalıdır.
  • Mezheplere eşit gözle bakılmalıdır.

 

Bütün problemler bugün de aynıyla karşımızda durmaktadır.

2 örnek üzerinde duracağım: Biri Mısır’daki İhvan-ı Müslimin, diğeri Türkiye’deki Millî Görüş hareketi.

Mısır son dönem İslami hareketlerin merkezi olmuş ülkelerdendir. Mısır’daki çizgi 20.yy. İslam topluluklarını derinden etkilemiştir. Bir dönem Türkiye’deki gençler de kendini Fi’zilal-il Kur’an ve Yoldaki İşaretler gibi eserlerle ifade ediyorlardı. Mısır’da bir mücadele vardı, laik devlet ve askeri sisteme dayalı devlet yapısı karşısında Müslümanlar da teşkilatlanıyordu. Hasan el Benna İhvan-ı Müslimin teşkilatının başındaki isimdi. Cemaat, ilmi, ekonomik, kültürel ve sportif etkinlikleri bünyesinde birleştirmişti. Biz önce kişileri sonra aile ve toplumu ihya etmeliyiz, devlet bunların ardından kendiliğinden gelir düşüncesindedirler. Yani bireyden devlete bir gidiş var. Başarılı da olmuşlardır. 1949 yılında Hasan el Benna’nın şehit edilmesiyle devreye Seyyid Kutub girmiştir. Kendisi edebiyatçı, sosyalist parlak bir zekadır. Mısır Devleti dönüp devlete faydalı olması için kendisini Amerika’ya göndermiştir fakat Amerika Kutup üzerinde tersi bir etki yapmıştır. Amerika dönüşü Seyyid Kutub İslam’a sarılıp, İhvana katılır ve teşkilatın ideoloğu olur. Cemaatin, aksiyonunu Hasan el Benna, ideolojisini Seyyid Kutub belirlemiştir. Özellikle Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler ve Fi’zilal ile getirdiği ikili toplum, darul islam, darul harb ayrımları Müslüman gençliğin dilinde adeta şarkı gibi tekrarlanmıştır. Kutub’a göre İslami esaslara göre yönetilen toplum İslami toplum, yönetilmeyen toplum modern cahiliyye toplumudur. Bu müthiş bir etki yarattı. Türkiye’de de gençler bir dönem bunun rüzgarına kapılıp Cuma namazına gitmemeye başlamışlardı. Seyyid Kutub, modern çağın hastalıklarıyla bunalmış insanın teselliyi ancak Kur’an’ın Gölgesinde (Fi Zilali’l-Kur’an) bulacağını söylüyordu. Haliyle bu etkiler Mısır’la sınırlı kalmamış, idamından sonra hareket yola devam etmiştir. Mısır’da da bu hareket devam etmiş, Mursi ile iktidara gelmiştir. İktidara gelindiğinde İhvan-ı Müslimin’in vergi, zekât gibi bazı konuları ve bir takım temel maddelerini anayasaya da taşımak istemişlerdir. Yeni bir anayasa ortaya çıkarılmak istenince de kıyamet kopmuş ve alaşağı edilmişlerdir.

Türkiye örneğine baktığımızda her ne kadar çok sayıda İslamî ihya hareketi var ise de bunların tamamı kültürel ve eğitim boyutuyla kalmıştır. Tarikatlar, Nurcu ve Süleymancı cemaatler gibi gruplar kendi çaplarında çalışmış, hiçbirinin doğrudan siyasetle ilgisi olmamıştır. İlk defa Erbakan 1960’lı yıllarda milli görüş kavramıyla ortaya çıkmıştır. Millî görüş düşüncesi birtakım değişikliklerle birlikte AK Partiye kadar devam etmiştir.

Milli görüş siyasetinin ilkeleri;

  • Milli ve manevi değerler
  • Ağır sanayi
  • Faizsiz ekonomi
  • Adil düzen, adalet
  • İsrail-Batı karşıtlığıdır.

Bu ilkelerle yola çıkan ilk parti olan Selamet Partisi, CHP ile ortak koalisyon yapmış, ağır sanayi hamlesi vs. fikriyle öne çıkmış fakat 80 darbesiyle süreç sonlandırılmıştır. Sonrasında Refah Partisi ciddi ses getirmiş fakat yine anayasa mahkemesi kararıyla kapatılmıştır. Sonrasında Fazilet ve ardından Saadet Partileri gelmiştir. Saadet Partisi kurulduğunda bir grup bu şekilde devam etmenin zor olduğunu, bunu sürekli hale getirmek için kuralları esnetmenin gerekliliğini düşünmüş, faizsiz ekonomi ve Batı karşıtlığı ilkeleri dışındaki ilkeleri bozmadan yeni bir parti kurmuşlardır. Adalet ve Kalkınma Partisi bu şekilde kurularak, milliyetçi, solcu, liberal kişileri de çatısı altında toplayabilmiştir. Partinin ilk beş yılı müthiş bir Avrupa seferi olarak geçmiştir. Millî görüş gömleğini çıkardık söylemi oldukça alkışlanmış, birçok kesimden övgüler almıştır. Ta ki 2011’e kadar!

Necip Fazıl Menderes dönemini 3’e ayırır; ilk dönem hedefsiz gayret, ikinci dönem boşuna zahmet, üçüncü dönem ise boyuna gaflet. AKP’nin de üç dönemini ele aldığımızda ilk dönem hedefsiz gayret, iktidardan düşmeme, Avrupa Birliği’ne girme gündemde iken, ikinci dönemde inşaat sektörü dışında gelişen bir alan göremiyorsunuz. 2013’te FETÖ olaylarıyla ülke bir anda bir kaosun eşiğine geldi. Sonrasında milli görüş gömleği tekrar giyildi. AB meselesinde, Suriye meselesinde ne olacağını kimse bilmez hale geldi. Velhasıl, Türkiye’de Millî Görüş Erbakan’la sağlanamadığı gibi talebeleri bakan, başbakan, devlet başkanı olunca da İslam topluluğuna ümit verecek, rol model olabilecek siyasal bir yapı ortaya konamadı.

Velhasıl Çağdaş İslami Hareketler dediğimiz şey, tam olarak netleşmemiş, hala devam eden bir süreçtir. Herkes bir reçete oluşturuyor ama henüz bir araya gelip ortak bir şey üretemiyoruz. Herkes kendi çatısı altında toplanılsın istiyor. Çağdaş İslami akımlar diyoruz ama daha bu İslami kelimesi üzerinde bile hepimiz anlaşabilmiş değiliz.

 

Hazırlayan: Zeynep Sena Karataş

Not: “Bu metin, Öğr. Gör. Mehmet Toprak Hocamızın 23 Kasım 2017 tarihinde Hazar Derneği’nde gerçekleştirdiği “Çağdaş İslami Akımlar” başlıklı seminerin deşifresinden hazırlanmıştır. İzinsiz alıntılanması ve yayınlanması yasaktır.”

 

Önceki Yazı

Hatice Kübra Işıldar

Sonraki Yazı

Şiilik

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir