Bidayetü’l-Hidaye

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:
9 Aralık 2011
Prof. Dr. Recep Şentürk
Doğru yolun başlangıcı anlamına gelen ‘Bidayetü’l Hidaye’ kitabının konusu adappratik ahlaktır. Pratik ahlak olarak kayıtlama sebebimiz ahlakın felsefi ve ameli olarak ikiye ayrılmasından dolayıdır.
İmam Gazali, nerede ve nasıl davranılması, nasıl bir ahlaki tavır içerisinde olunması gerektiğini ‘Bidayetü’l Hidaye’ de anlatmıştır. Ona göre; adaplı olmak doğru yolun başlangıcıdır. Kişi ilim sahibi de olsa adaba yani güzel ahlaka sahip olmadıkça o ilmin kendisine de başkasına da faydası yoktur. Adap sahibi olmayan kişinin, öğrendiği ilmi kötü niyetine alet etme ihtimalinden dolayı insanlaratopluma zararı olabilir. O yüzden Gazali’ye göre talebe önce adap mertebesini geçmelidir . Ondan sonra diğer mevzular öğretilir.
Klasik eğitim anlayışımızda daha önceleri talebe hocanın yanına ders için gittiğinde önce adap testinden geçirilir, talebeliğe ona göre kabul edilirdi.
Adap, ilminmaneviyatın kapısını açan bir anahtardır, Allah’a vasıl olanlarulaşanlar, hep edeple rıza-i İlahiye ulaşmışlardır. Erenler edeple ermişler, yolda ayağı kayanlar da edep eksikliğinden ayakları kaymıştır. Hem ilmi hem de manevi bakımdan terakki edebilmek, yüksek makamlara mertebelere erebilmek için edep, insan hayatını ilgilendiren her alanda titizlikle uygulanmalıdır. İmam Gazali bu alanları; ibadetler yapılırken uyulması gereken kurallar bütünü, günahlardan korunabilmek için yollar ve insan ilişkilerinde dikkat edilmesi gereken görgü kuralları şeklinde tasnif eder.
Kalbin Hastalıkları
Hepimizde kurtulmamız ya da terbiye etmemiz gereken ve hastalık olarak nitelendirilen çeşitli huylar mevcuttur. Bunların hepsinden İhya-u Ulumiddin adlı eserde detaylı olarak bahsedilir. Bu huylardan haset, riya ve ucub kalbte bulunduğu sürece kalbin hastalıklı olduğuna hükmedilir. Çünkü bunlar diğer kötü huyların da kaynağıdır.
Haset eden bir insan, Allah’ın nimetlerinin başka bir kulda olmasını istemez, var olmasıyla da üzülür. Bu huyundan kurtulma gayreti göstermeyen insan içindeki duygularla baş edemeyip başka kötü huyları da davet etmeye başlar.
Hastalık olarak nitelenen huylardan birisi de riyadır. Gazali, riyayı gizli şirk olarak bize aktarır. Riyakar kişi, dışarıdan bakıldığında amellerini Allah rızası için yaptığı izlenimini verirken o kişinin asıl istediği insanların nezdinde değerli sayılmaktır. Kendini olduğundan farklı göstermek olan riya tehlikeli ve kötü bir huydur. İnsanı helaka götürür.
Bir diğer hastalık olan ucub, kişinin kendisini herkesten üstün görüyor olmasına rağmen bunu içinde tutması ya da aksini söyleyerek kendini küçük göstermesidir. İnsanı en son terk eden kötü huy budur ve bununla mücadele etmek diğerlerine göre daha zordur.
İnsan nefsindeki hastalıklarla mücadele ederken öyle bir noktaya gelmelidir ki bir şey yaptığında başkalarının onu zemmetmeleri veya takdir etmelerine karşılık insanın içinde oluşan duygu eşit olmalıdır. Bu durum kişinin tabiatıahlakı haline gelmiş ise o insan kamil olma yolundadır. Peygamberimiz ve ashabı her konuda olduğu gibi bu konuda da bize örnektirler.
En büyük yanlışlık Allah’ın gazabını göze alarak insanların rızasını kazanmaya çalışmaktır.

Allah’a Karşı Edep
Büyüklerin daima dikkat ettikleri husus, her an Allah’ın huzurunda oldukları bilinciyle yaşamak ve O’nun rızasını kazanmaya uğraşmak yani ihsan makamında olmaktır. Onlar her an huzurda olma bilinciyle yaşamaya ‘El-Edebü billah’ derler. İslam eğitiminin maksadı ihsan makamına ermiş, her an O’nunla yaşayan insanlar yetiştirmektir. Kendisi ihsan makamında olan peygamberimiz ashabı eğitirken onları Allah’ı görüyormuşçasına ibadet edenler noktasına getirmek istemiştir.

Bir Kudsi hadiste Cenab-ı Hakk peygamberimiz vasıtasıyla; “Ben Beni zikreden kimseyle beraber olurum” buyurmaktadır. Eğer biz bu bilinci her an taşımıyorsak, O bizimle beraber olmasına rağmen bizim tarafımızdan perdeler kapatıldığı için biz O’nunla beraber değiliz demektir. Hadiste buyrulduğu üzere, insan Allah’ı zikrettiği zaman o perdeler açılır ve gerçekten her an beraberlik olur. Efendimiz ve yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir, hicret esnasında Sevr Mağarasında saklanırlarken müşrikler çok yaklaşmışlardı. Efendimiz kendisi için tedirgin olan yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir’i; “üzülme Allah bizimle beraberdir” buyurarak rahatlatmış ve ona önemli bir hatırlatmada bulunmuştur.
Tevazu
Kulun Allaha karşı edeplerinden birisi tevazudur yani insanın kendini bütün mahlukattan aşağı görmesidir. Mahlukattan daha aşağı olmak belki ilk bakışta anlaşılması zordur. Çünkü biz mahlukattan üstün olan yönlerimizi biliriz. Mesela Hz. Aişe’nin; “Rabbim beni bir yaprak olarak yaratsaydın”, Hz Ömer’in; “keşke bir taş olsaydım” dedikleri rivayet olunur. Çünkü onlar biliyorlar ki mahlukat Allahu Teala’yı kesintisiz zikir ve tesbih ediyor fakat biz insan olarak gaflete düşüyoruz, ibadetlerimiz kesintiye uğruyor, Allah’ın emrine aykırı hareket edebiliyoruz. Karşılaştırıldığında onların bu açıdan üstünlüğünü görmek mümkündür.  Diğer taraftan bizim cehenneme gitme ihtimalimiz var ama taşın toprağın öyle bir ihtimali yok.  Sadi Şirazi diyor ki; “bütün mahlukat Allah’ı zikrettiği halde ben eşref-i mahlukat olarak bundan nasıl gafil olabilirim.”
Tevazu güzel bir haslettir. Çünkü tevazu sahibi ve kalbi kırık olanlar Allah’a daha yakındırlar. Allah bir kudsi hadiste; “Benim için kalpleri kırılmış olanlara Ben daha yakınım” buyurur. Allah için bir şey yaparken –mesela Allah’ın emri diye başını örten ve okula alınmayan bir öğrenci- kalbi kırılmış olan insan mütevazi oldukça ona Allah Teala’nın yardımı daha fazla gelir.

Sosyal Hayatta Edep

Bu kapsamda ele alacağımız konulardan birisi, kişinin muhatabını dinlemesidir. Mevlana Mesnevi’ye, “dinle” diyerek başlar. Dinleme adabı ev hayatında, iş hayatında, talebe iken hocanın karşısında her alanda uygulanmalıdır. Bu bizim geleneğimizden gelir. Dinlemeyi bilmeyen istifade edemez. Adaba giren her hal ve hareket gibi dinlemeyi öğretmek de sadece sözle olmaz. Büyükler, adabı öğretecekleri zaman ya hal diliyle, örnek olurlar ya da ‘şöyle yap veya yapma’ demekten ziyade ‘iyi insanlar şöyle yaparlar, Peygamber Efendimizin sünnetinde böyledir, selef-i salihin şöyle yapardı…’ diye mesaj verirler.
Eskiden alim olan kişi, talebelerinin özel ihtiyaçlarını da gözetirdi. Aslında çeşitli meslek gruplarının, loncalar (ahilik teşkilatı) olarak örgütlenme gayeleri buydu. Her loncanın bir şeyhi vardı ve oralarda mesleki eğitim ahlaki eğitimle birlikte giderdi. O tarikatin içinde belli bir noktaya gelmeyen, ahlaki eğitimini tamamlamamış bir adama o bilgiyi yanlış kullanır, sahtekarlık yapar diye ehil olmadığına karar verilerek ustalık verilmezdi. Bizim bugün meslek ahlakını hatta hepsinin başında genel adabı yeniden kazanmamız gerekir. Modern eğitim malesef adaba yer vermemiştir ve biz bugün bunun sıkıntısını yaşıyoruz.
Arkadaşlık Adabı
Sosyal hayatta edebin içerdiği konulardan birisi arkadaşlıktır. Gazali arkadaşlık konusunda da yol göstericilik yapar ve bazı kriterler sunar.
Gazali diyor ki; ‘insanlar üç kısma ayrılır. Birincisi yeme-içmeye duyulan ihtiyaç gibidir. Bu gibi insanlarla mutlaka arkadaş olmak gerekir. İkinci grup ise; ilaç gibidir. İhtiyaç duyulduğunda arkadaşlık gerekir. Son gruptakiler ise görüşülmese daha iyi olacak kesimdir ama görüşme zorunluluğu varsa imtihan vesilesidir.’
Gazali, arkadaş seçerken öncelikle aramamız gereken özellik olarak akıllı olmasını şart koşuyor. Enteresandır güzel ahlak şartı ikinci sırada geliyor Gazali’ye göre. “Akıllı olmayan arkadaş, iyilik yaptığını sanarak farkına varmadan zarar verebilir. Bu sebeple akıl şartı önceliklidir” diyor.
Diğer şart ise salih olmasıdır. Dünyaya karşı hırslı, tamahkar olmamalı, cimri olmamalıdır. Tamahkar olan insan, yardıma en çok ihtiyaç duyduğun bir anda seni yalnız bırakabilir.
Samimi arkadaşlığın kriteri fedakarlıktır. Fedakarlık, kendini zarara sokma riskini göze alarak faydalı olmaktır. Arkadaş, sana bir şey kazandırmak uğruna kendisi kaybetmeyi göze alacak kadar fedakar yani ‘isar sahibi’ olmalıdır. İsar, başkasını kendine tercih etmektir ve bu yüksek ahlak sebebidir.
Arkadaşta aranması gereken bir başka özellik, cesarettir. Korkak olan arkadaş da senin en fazla ihtiyaç duyduğun zamanda seni yalnız bırakabilir.
İmam Gazali, Uhuvvet (kardeşlik) hukuku konusunda da önemli şeyler söyler. Uhuvvet hukuku, dünya kardeşliği ve ahiret kardeşliğine göre değişiklik arzeder. Peygamberimiz muhacir ve ensar arasında kardeşlik teşkil etmiş ve onlar arasında bir hukuk oluşturmuştu. Bu hukuka göre ellerinde olan her şeyi paylaşacak ve birbirlerine her konuda destek olacaklardı. Bu hukuka o zaman dilimi içerisinde uymak farzdı. Daha sonra muhacirler yerleşik hale geldi, maddi durumları düzeldi, çok fazla desteğe ihtiyaçları kalmadı ve bu hukuk ilga edildi. Fakat bazı Müslümanlar; “biz bu kardeşliği mecbur olmasak da gönüllü olarak devam ettireceğiz” dediler ve bu hukuku sonuna kadar sürdürdüler. Takva sahibi olan insanlar da onları örnek alarak aynı kardeşlik hukukunu sürdürmüşlerdir. İşte tasavvuf erbabı arasındaki kardeşlik ve hukuku, ilk dönemde Peygamberimizin kurduğu kardeşlik hukukunun devamıdır.
Bir de umumi kardeşlik vardır ki buna göre bütün Müslümanlar kardeştir. Bu kardeşliğin de bazı kuralları vardır. Mesela Kur’an-ı Kerim’de; ‘Bütün Müslümanlar kardeştir. Kardeşler arasında anlaşmazlık çıkarsa aralarını ıslah ediniz’ emri böyle bir hukuka girer.
Hususi uhuvvetin temel prensibi, kardeşine öncelik vermektir. Gazali, bir insan kardeşini üç mertebede görür diyor:
  1. Birinci mertebe, kardeşini hizmetçin, kölen gibi görmendir. Böyle kardeşlikte kendi ihtiyacını görür fazlasını kardeşine verirsin. Bu, kardeşliğin en düşük mertebesidir.
  2. İkinci mertebede; kardeşini ve kendini eşit seviyede tutarsın. O zaman hem kardeşinin hem de kendi ihtiyacını yarı yarıya görürsün.
  3. Üçüncü mertebede ise artık kardeşine öncelik verirsin. Bu ise ashabın, evliyanın, alimlerin kardeşlik anlayışıdır.

Peygamberimiz bir gün sık ağaçların bulunduğu bir yere gelir, oradan biri eğri diğeri düz iki misvak alır. Yanında bulunan sahabeye düz olanını verince sahabe şaşırır ve ‘Ya Rasulallah, düz olanı siz alın, siz daha layıksınız’ der. Peygamberimiz ise şöyle cevap verir ‘Günün bir müddetinde bile olsa birbirleriyle arkadaşlık eden kişilere o süre içerisinde arkadaşlık hukukunu koruyup korumadıklarının hesabı sorulur.’

Arkadaşlıklarımızda öğrenmiş olduğumuz bu adaba riayet edersek; bu birlikteliklerimiz, sohbetlerimiz kurtuluşumuza vesile olur, böylece tüm hayatımız ibadet haline gelir. Bu ise üstün bir medeniyetin göstergesidir. Bu kadar incelikli bir anlayış ancak Gazali gibi Rabbani alimler tarafından ortaya konur. Rabbani alimler aynı peygamberler gibi insanların hayatlarını reforme edecekonları değiştirecek, dünyalarınıdavranışlarını yeniden şekillendirecek eğitim verirler. İnsanları bu eğitimle kemal noktasına, ihsan noktasına getirmeye çalışırlar.
Bireysel, ailevi ve toplumsal hayatımızın huzurlu ve başarılı olması için bu kurallara uymaya acilen ihtiyaç duyuyoruz.{jcomments on}
Deşifreden Özet Hazırlayan: Dilek Karataş
Önceki Yazı

21. Yüzyılda Bedene Kim Hükmediyor?

Sonraki Yazı

İslam Dünyasında Dünyevileşme-2

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir