9 Aralık 2011
Prof. Dr. Recep Şentürk
Adap, ilminmaneviyatın kapısını açan bir anahtardır, Allah’a vasıl olanlarulaşanlar, hep edeple rıza-i İlahiye ulaşmışlardır. Erenler edeple ermişler, yolda ayağı kayanlar da edep eksikliğinden ayakları kaymıştır. Hem ilmi hem de manevi bakımdan terakki edebilmek, yüksek makamlara mertebelere erebilmek için edep, insan hayatını ilgilendiren her alanda titizlikle uygulanmalıdır. İmam Gazali bu alanları; ibadetler yapılırken uyulması gereken kurallar bütünü, günahlardan korunabilmek için yollar ve insan ilişkilerinde dikkat edilmesi gereken görgü kuralları şeklinde tasnif eder.
Hepimizde kurtulmamız ya da terbiye etmemiz gereken ve hastalık olarak nitelendirilen çeşitli huylar mevcuttur. Bunların hepsinden İhya-u Ulumiddin adlı eserde detaylı olarak bahsedilir. Bu huylardan haset, riya ve ucub kalbte bulunduğu sürece kalbin hastalıklı olduğuna hükmedilir. Çünkü bunlar diğer kötü huyların da kaynağıdır.
En büyük yanlışlık Allah’ın gazabını göze alarak insanların rızasını kazanmaya çalışmaktır.
Allah’a Karşı Edep
Büyüklerin daima dikkat ettikleri husus, her an Allah’ın huzurunda oldukları bilinciyle yaşamak ve O’nun rızasını kazanmaya uğraşmak yani ihsan makamında olmaktır. Onlar her an huzurda olma bilinciyle yaşamaya ‘El-Edebü billah’ derler. İslam eğitiminin maksadı ihsan makamına ermiş, her an O’nunla yaşayan insanlar yetiştirmektir. Kendisi ihsan makamında olan peygamberimiz ashabı eğitirken onları Allah’ı görüyormuşçasına ibadet edenler noktasına getirmek istemiştir.
Kulun Allaha karşı edeplerinden birisi tevazudur yani insanın kendini bütün mahlukattan aşağı görmesidir. Mahlukattan daha aşağı olmak belki ilk bakışta anlaşılması zordur. Çünkü biz mahlukattan üstün olan yönlerimizi biliriz. Mesela Hz. Aişe’nin; “Rabbim beni bir yaprak olarak yaratsaydın”, Hz Ömer’in; “keşke bir taş olsaydım” dedikleri rivayet olunur. Çünkü onlar biliyorlar ki mahlukat Allahu Teala’yı kesintisiz zikir ve tesbih ediyor fakat biz insan olarak gaflete düşüyoruz, ibadetlerimiz kesintiye uğruyor, Allah’ın emrine aykırı hareket edebiliyoruz. Karşılaştırıldığında onların bu açıdan üstünlüğünü görmek mümkündür. Diğer taraftan bizim cehenneme gitme ihtimalimiz var ama taşın toprağın öyle bir ihtimali yok. Sadi Şirazi diyor ki; “bütün mahlukat Allah’ı zikrettiği halde ben eşref-i mahlukat olarak bundan nasıl gafil olabilirim.”
Sosyal Hayatta Edep
Bu kapsamda ele alacağımız konulardan birisi, kişinin muhatabını dinlemesidir. Mevlana Mesnevi’ye, “dinle” diyerek başlar. Dinleme adabı ev hayatında, iş hayatında, talebe iken hocanın karşısında her alanda uygulanmalıdır. Bu bizim geleneğimizden gelir. Dinlemeyi bilmeyen istifade edemez. Adaba giren her hal ve hareket gibi dinlemeyi öğretmek de sadece sözle olmaz. Büyükler, adabı öğretecekleri zaman ya hal diliyle, örnek olurlar ya da ‘şöyle yap veya yapma’ demekten ziyade ‘iyi insanlar şöyle yaparlar, Peygamber Efendimizin sünnetinde böyledir, selef-i salihin şöyle yapardı…’ diye mesaj verirler.
Sosyal hayatta edebin içerdiği konulardan birisi arkadaşlıktır. Gazali arkadaşlık konusunda da yol göstericilik yapar ve bazı kriterler sunar.
Gazali diyor ki; ‘insanlar üç kısma ayrılır. Birincisi yeme-içmeye duyulan ihtiyaç gibidir. Bu gibi insanlarla mutlaka arkadaş olmak gerekir. İkinci grup ise; ilaç gibidir. İhtiyaç duyulduğunda arkadaşlık gerekir. Son gruptakiler ise görüşülmese daha iyi olacak kesimdir ama görüşme zorunluluğu varsa imtihan vesilesidir.’
Samimi arkadaşlığın kriteri fedakarlıktır. Fedakarlık, kendini zarara sokma riskini göze alarak faydalı olmaktır. Arkadaş, sana bir şey kazandırmak uğruna kendisi kaybetmeyi göze alacak kadar fedakar yani ‘isar sahibi’ olmalıdır. İsar, başkasını kendine tercih etmektir ve bu yüksek ahlak sebebidir.
İmam Gazali, Uhuvvet (kardeşlik) hukuku konusunda da önemli şeyler söyler. Uhuvvet hukuku, dünya kardeşliği ve ahiret kardeşliğine göre değişiklik arzeder. Peygamberimiz muhacir ve ensar arasında kardeşlik teşkil etmiş ve onlar arasında bir hukuk oluşturmuştu. Bu hukuka göre ellerinde olan her şeyi paylaşacak ve birbirlerine her konuda destek olacaklardı. Bu hukuka o zaman dilimi içerisinde uymak farzdı. Daha sonra muhacirler yerleşik hale geldi, maddi durumları düzeldi, çok fazla desteğe ihtiyaçları kalmadı ve bu hukuk ilga edildi. Fakat bazı Müslümanlar; “biz bu kardeşliği mecbur olmasak da gönüllü olarak devam ettireceğiz” dediler ve bu hukuku sonuna kadar sürdürdüler. Takva sahibi olan insanlar da onları örnek alarak aynı kardeşlik hukukunu sürdürmüşlerdir. İşte tasavvuf erbabı arasındaki kardeşlik ve hukuku, ilk dönemde Peygamberimizin kurduğu kardeşlik hukukunun devamıdır.
- Birinci mertebe, kardeşini hizmetçin, kölen gibi görmendir. Böyle kardeşlikte kendi ihtiyacını görür fazlasını kardeşine verirsin. Bu, kardeşliğin en düşük mertebesidir.
- İkinci mertebede; kardeşini ve kendini eşit seviyede tutarsın. O zaman hem kardeşinin hem de kendi ihtiyacını yarı yarıya görürsün.
- Üçüncü mertebede ise artık kardeşine öncelik verirsin. Bu ise ashabın, evliyanın, alimlerin kardeşlik anlayışıdır.
Peygamberimiz bir gün sık ağaçların bulunduğu bir yere gelir, oradan biri eğri diğeri düz iki misvak alır. Yanında bulunan sahabeye düz olanını verince sahabe şaşırır ve ‘Ya Rasulallah, düz olanı siz alın, siz daha layıksınız’ der. Peygamberimiz ise şöyle cevap verir ‘Günün bir müddetinde bile olsa birbirleriyle arkadaşlık eden kişilere o süre içerisinde arkadaşlık hukukunu koruyup korumadıklarının hesabı sorulur.’
Bireysel, ailevi ve toplumsal hayatımızın huzurlu ve başarılı olması için bu kurallara uymaya acilen ihtiyaç duyuyoruz.{jcomments on}