Kalbimizde Kanayan Yara; Halep

Hazırlayan: Yorum yapılmamış Paylaş:

Suriye’de 5 yılı aşkın bir süredir kuralsız acımasız bir savaş sürüyor. Medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafya, kadınları, çocukları, yaşlıları kısacası insanları ve insanlık mirası olan bütün birikimiyle yok ediliyor.

Beş yıldır süren bu acımasız savaş, son üç aydır Halep’in abluka altına alınmasıyla, tarihte ender rastlanan bir trajediye sahne oldu. Ablukaya alınan  sivil halk, insanlığın ortak paydası olan hiçbir değer göz önünde bulundurulmadan; misket, fosfor ve varil bombalarıyla yakıldı, yıkıldı.

Savaştan önceki nüfusu dört milyon olan Halep için önce 300.000 kişi kaldı dendi. Sonra katliamlar her gün dünyanın gözü önünde devam ederken kaçabilenler kaçtı, yüzlercesi binlercesi de hayatını kaybetti. Nihayet Türkiye’nin bitmek tükenmek bilmeyen girişimleri netice verdi ve ateşkes ilan edildi. Zaten artık Halep’te öldürülücek insan da kalmamıştı…

13 Aralık itibariyle başlayan Halep’in tahliye edilme süreci, vahşette sınır tanımayan Esed ordusu tarafından defalarca bozuldu. Tahliye edilen konvoylar bombalandı, pek çok insan yine hayatını kaybetti, 30 dakikalık yolu 10 saatte güçlükle katederek abluka altındaki Halep’te sıkışıp kalmış 37.500 Halepli kardeşimiz 29 Aralık itibariyle İdlib’e getirildi.

4 Ocak Çarşamba günü, bir gurup STK temsilcisi ile İdlib’deki mülteci kamplarını ziyarete gittik. İdlib, Cilvegözü sınır kapısından girdikten sonra 15-20 dakika uzaklıktaki bir mesafede… Ablukadan kurtarılıp getirilen Halepli kardeşlerimiz Hatay’a yakın ve bombalanma tehlikesi olmayan bu güvenli bölgede oluşturulmaya çalışılan kamplara yerleştirilmiş. Ancak ateşkesin imzalanmasıyla birlikte aceleyle oluşturulan bu kampların hazırlanma aşaması da kolay olmamış. Bölge coğrafi olarak kocaman kayalarla kaplı olduğundan, önce iş makinalarıyla saha bu kayalardan temizlenmiş. Ortaya çıkan toprak arazi, yağmurun etkisiyle sapsarı bir balçık haline gelmiş. İşte Kızılay’ın, AFAD’ın, İHH’nın  çadırları bu balçıktan saha üzerine kurulmuş ve kurulmaya devam etmekte.

Kamptaki nüfus genelde kadınlar, yaşlılar ve bol miktarda çocuklardan oluşuyor.  Zaruret kavramı orada, varlıkla yokluk arasındaki en asgari seviyesinde. İşte İdlib’deki kamplarda hayat ancak ” zaruret” seviyesinde devam ediyor… Öyle bir hayat düşünün ki elektrik yok, su yok ve kışın dondurucu soğuğunda, kadın başına düşen en aşağı 4-5 çocukla çadırlarda, ancak kendini ısıtan sobaların etrafında hayatınızı idame ettirmeye çalışıyorsunuz.

Bir çadırın önünde uzunca bir kuyruk gördük. Sorduk nedir diye, revir kuyruğu dediler. Tabi hastaların çoğu çocuk ve bebek… 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu dikkatimizi çekti, kucağında battaniyeye sarılmış bir bebekle. Öğrendik ki üç aylık kardeşini hasta olduğu için belki bir ilaç verirler de iyileşir diye getirmiş… Soğuktan mosmor olmuş elleriyle kardeşini küçücük kucağında sarıp sarmalamaya çalışan  bu kız çocuğu hiç mi hasta olmaz acaba?.. O küçücük omuzları bu yükü nasıl kaldırır acaba diye düşündük sadece. Bizim hissemize düşen “düşünmeye” karşılık, onun hissesine düşen, bu zor mu zor hayatı yaşamaktı.

Çadırların araları her yaştan çocuklarla doluydu. Dışarda vakit geçiren çocuklarla… Elleri ceplerinde, omuzları kısılmış, çoğunun ayağında terlik var veya yalınayak… Bizlerin yolladığı, çocuklarımızdan kalan kocaman eskimiş botları bulup giyenler çok şanslı… Onlar da zaten balçık gibi çamura bulanmış, üstleri ise incecik…
Bir hanım geldi yanımıza gözleri yaşlı. Belli daha acısı çok taze. Zaten evlat acısı ne zaman diner ki? Türkmen kökenli olduğu için Türkçe konuşabiliyor: “Gelirken 15 yaşında oğlumu öldürdüler, dönüp cenazesini bile alamadık. Öylece bırakıp geldik” dedi. Çaresizlik, acı insanı ne hale getiriyor. Bir anne ve evladı… Buna can mı dayanır?

Allah razı olsun devletimiz, sivil toplum kuruluşlarımız yaraları sarmaya çalışıyor. Ancak yara o kadar büyük ki… Buradan tırlarla giden yardımlar, orada bir çırpıda dağıtılıp bitiveriyor. İHH’nın Reyhanlı’daki fırınını gezme imkanımız oldu. Çok güzel, tertemiz bir ortamda seri üretim yapıyorlar. Günde sadece bu fırında 170.000 ekmek çıkarıldığını ve kamplara götürülüp dağıtıldığını söylediler. Daha başka yerlerde de fırınları olduğunu, ayrıca sınır ötesinde mobil fırınlarla çalıştıklarından bahsettiler.

Reyhanlı’da yine İHH’nın açtığı yetim evlerini ve kadın rehabilitasyon merkezlerini  gezme imkanımız oldu. Suriyeli hanımlar bu evlerde, savaşta ailesini kaybeTmiş çocuklarla ilgilenip eğitiyorlar. Oradaki hizmetlerde Suriyeli kardeşlerimizin istihdam edilmesi ise ayrı bir güzellik. Rehabilitasyon merkezlerinde ise hanımlara hem psikolojik destek veriliyor hem de terzilik eğitimi verilip bir meslek sahibi olması sağlanıyor. Bu hizmetler elbetteki kısıtlı imkanlarla ve kısıtlı sayıdaki mültecilere ulaştırılıyor ancak çok kıymetli çalışmalar oldukları kesin . Çünkü Suriye’den gelen bu kardeşlerimizle ilgili yapılan çalışmaların belki en önemlisi ve uzun vadede en çok faydalı olanı, eğitim ve meslek edindirme çalışmaları olsa gerek. Allah bu hizmetleri oralara taşıyan ve onlara destek olan bütün sivil toplum kuruluşlarından ve devletimizden razı olsun. İşte bu hizmetlere destek olmak amacıyla 27 Ekim’de, pek çok STK’nın katılımıyla oluşturduğumuz ve daha önce de birçok yardım organizasyonu yaptığımız “Yardım Kardeşliği Platformu” ile, o zaman abluka altındaki Halep’e un ve bebek paketi gönderilmesi için bir organizasyon düzenlemiştik. Sayın Sümeyye Erdoğan Bayraktar Hanımefendi’nin de katıldığı programa Üsküdar Belediye başkanımız Sayın Hilmi Türkmen Beyefendi de bir tır un ile destek vermişlerdi. Bu ziyaretimizin sebebi, giden yardımlarımızın  yerinde görülüp, şahitlik ettiğimiz hizmetlerin sizlere aktarılması idi.

Ancak Halep ablukadan kurtarılıp, bir anda otuz bin küsür insan İdlib’e gelince, bu kış gününde birden en acil ihtiyaç çadır ve soba oldu. İdlib’e yaptığımız bu ziyaretin hemen akabinde, Yardım Kardeşliği Platformu tekrar hayır için biraraya geldi. 5 Ocak Perşembe günü, Üsküdar Belediye Başkanımızın desteği ile İdlib’deki kamplara Kızılay tarafından çadır yapılması için bir organizasyon düzenledik. Programa Başbakanımızın kızı Büşra Yıldırım Köylübay da katıldı. Geniş bir katılımcı kitlesinin olduğu organizasyonun en çok ilgi çeken misafiri, Halep abluka altındayken, dünyaya attığı İngilizce tweetlerle yaşadıklarını ve Halepdeki trajediyi dünyaya anlatan Bana Alabed idi. Kızılay Genel Müdürü Mehmet Güllüoğlu Beyefendi’nin, Suriye’de gelinen süreçle ilgili anlattıkları, hepimize yaşananların dehşet verici boyutlarını bir kez daha gösterdi.

Kızılay kanalıyla kurulucak olan çadırlar,  bu kardeşlerimizin kardan, yağmurdan, soğuktan korunup barınmalarını sağlayacak en acil ihtiyaç. Ama yara bununla da kapanmıyor. Dondurucu soğukta, buz gibi çadırlarda bebekleri, çocukları ile yaşayan bu insanların, mutlaka hem olası yangına karşı güvenli hem de onları soğuktan koruyucak sobaya ihtiyaçları var. Bu ihtiyacın giderilmesi için programın hemen akabinde bir “soba kampanyası” başlattık. Bir hafta içinde 500 çadıra soba sağlandı. (Hala  bu kampanyamız devam etmektedir).

Dedim ya ümmetin yarası çok büyük. İhtiyaçlar sınırsız,götürülen yardımlar ise son derece sınırlı. Müslümanların, bir vücudun organları gibi olduğunu, bir organdaki acının vücudun tamamı tarafından hissedildiğini söyleyen bir Peygamber’in ümmeti olarak, Suriye’de senelerdir yaşanan acıları kalbimizde hissediyoruz. Dualarımız senelerdir süren bu acımasız savaşın biran önce bitmesi için. Allah, yerlerinden yurtlarından, dünyanın dört bir yanına sürülmüş gönlü kırık, boynu bükük bu kardeşlerimizin yardımcısı olsun…

Önceki Yazı

Mekke’ye Giden Yol Belgesel Gösteriminin ardından…

Sonraki Yazı

Genç Hazar ile Hasbihal

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir